13.08.2009

ABDU-HÛ” ve “RASÛLU-HÛ” 5

İsrâ ve mi’râc hâdiseleri Efendimiz Aleyhisselâm’ın hayatındaki en büyük mûcizelerinden biridir.. Hususiyle o devirde eşine rastlanmamış bir durum olmasıyla, insanların pek çoğu için büyük bir fitne olan bu mucize müslümanlar için ise son derece muazzam bir tebrişat mâhiyetindedir..
İsrâ her ne kadar lügat mânâsına göre gece yolculuğu anlamına gelmekte ise de, bugün dilimizde kullanış anlamı “Tayyı mekân” ; yâni, bir anda kilometrelerce yol katetmek şeklindedir.. Nitekim Efendimiz Aleyhisselâm’ın o gece yaptığı işte budur..
Kezâ bugüne kadar çeşitli evliyadan zevatta görülen tayyı mekân; yâni bir anda bir yerde iken, aynı anda ikinci bir yerde bulunma; yahut bir anda burada iken ikinci başka bir yerde olmak halleri hep Efendimiz Aleyhisselâm’ın mûcizesinden neşet etmektedir..
Mi’râc ise, madde boyutundan maddeötesi yâni mikrodalga boyuta geçiş anlamına gelmektedir... Biri maddi, ikincisi de mânevi olmak üzere iki şekilde görüş vardır...
Efendimiz Aleyhisselâm’da görülen ve daha sonra yüksek dereceli velilerde de olduğu tesbit edilen hal bunun her iki şeklidir; yâni hem maddi, hem de mânevi olarak vukû bulmuştur..
İsrâ ve Mi’râc hâdiseleri çeşitli hadis kitaplarından derlediğimiz hadislere göre şu şekilde vuku bulmuştur:
"Efendimiz Aleyhisselâm bir gece amcasının kızı Ümmü Hani`nin evinde uyurken Cibril Aleyhisselâm geldi ve Efendimiz Aleyhisselâm’ın göğsünü yardı, sonra da zemzem ile içini iyici yıkadı ve söz alarak iman ve hikmet diye târif olunan, mâhiyetini ise Allah ve Rasûlü’nun bileceği bir şey ile doldurdu..
Sonra "Burak" adı verilen bir binite bindirildi ve doğruca Kudüs şehrinde Beyt`ül Makdis`teki Aksa`ya götürüldü.. Erbabı irfan, bu gidişin bir an veya kısa zamanda meydana geldiğini ifade etmektedir...
Mescidi Aksa`da İbrahim Aleyhisselâm , Musa Aleyhisselâm , İsa Aleyhisselâm ve daha bir çok Nebî ve Rasûl hazır bulunuyordu.. Efendimiz Aleyhisselâm burada onlara namaz kıldırdı..
Bu namazdan sonra Efendimiz Aleyhisselâm’a üç ayrı bardak içerisinde su, süt, ve şerbet sunularak, birisini seçmesi istendi.. Bu sırada Efendimiz Aleyhisselâm’a bir nida geldi:
-Eğer su alırsan, kendin de ümmetin de ihtiyaçsız ve kanaatkâr olur;
sütü alırsan, kendin de ümmetin de sıratı müstakim de olur;
şerbeti alırsan, kendin de ümmetin de mahrumiyete uğrar!..
Efendimiz Aleyhisselâm üç ayrı muhtevalı bardaktan içinde süt olanı seçti !..
Bunun üzerine Cibril Aleyhisselâm:
-Ya Muhammed, sen fıtrî ve tabii olanı seçtin.. Sen sıratı müstakîm üzeresin, ümmetin de bu yolda olacaktır.. buyurdu...
Bundan sonra Mi’râc başladı.
O Mi’râc ki, Efendimiz Aleyhisselâm bunun hakkında şöyle buyurmuştur:
- Ben, Mi’râc ‘tan daha güzel bir şey görmüş değilim !.. Ölüleriniz, öleceği sırada gözlerini ona diker !..
Sahibim beni onun içinde, kapılardan bir kapıya erişinceye kadar yükselti !..
Bundan sonrasını da Efendimiz`in ağzından dinleyelim gene:
Bu eriştiğim yerdeki kapının adı: “Hafaza Kapısı” idi.. Hafaza Kapısı, Semâ muhafızlarının beklediği Semâ-i Dünya Kapısıdır.. Nitekim burada Cebrail,
- Açın !.. Dedi.. Bunun üzerine;
- Kim O ?.. diye soruldu.. Cibril de cevap verdi:
- Cibril !..
- Yanındaki kimdir ?..
- Muhammed !..
- O davetli midir?..
- Evet !..
Bunun üzerine kapı açıldı.. Ve beni selâmladılar..
Bir de ne göreyim !.. Bir melekle karşılaştım ki, adı İsmail`dir.. Vazifesi de Semâ`yı muhafazadır.. Maiyetinde yetmişbin melek, ve onların her birinin mâhiyetinde de yüz bin melek bulunmaktadır..
Bundan sonra bir erkekle karşılaştım ki, sûreti asliyesi, Allah`ın halkettiği günkü gibi.. Onda hiç bir değişiklik yok !.. Kendisine zürriyetinin ruhu arzediliyor.. Eğer mümin ruhu ise hoş bir rayiha veriyor..
- Bunun kitabını “İlliyyin” de kılın !.. diyor..
Eğer ruhu habis ise, bu takdirde kötü bir kokuveriyor:
- Bunun kitabını “Sicciyl” de kılın !.. Diyor
Sordum:
- Ya Cibril, bu kimdir ?..
- Baban Adem`dir !.
Ve o bana selâm verdi !. Ve:
- Merhaba Salih Nebî, Sâlih oğul !.. dedi..
Sonra baktım, bir kavim gördüm ki, dudakları deve dudağı gibi.. Bunlara birtakım vazifeliler verilmiş ki, dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir kor koyuyorlar, aşağılarından düşüyor !..
- Ya Cibril, bunlar kimlerdir ?.. diye sordum.. Cevap verdi:
- Yetimlerin mallarını zulûmla yiyenler !..
Sonra gene gördüm ki, bir kavim daha var.. Derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor ve “Yediğiniz gibi yeyiniz.” deniliyor ve bunlara en iğrenç bir hal oluyor..
Gene sordum:
- Ya Cibril, bunlar ne oluyor ?..
- Bunlar o gammazlar ki, insanların etlerini yerler, kötü laflar yayarak başkalarının ırz ve namuslarına uzanırlar !..
Sonra baktım, gene bir kavim gördüm ki, önlerine bir sofra kurulmuş.. Üzerinde en güzel etlerden kebaplar yapılıyor.. Etrafı ise bu etlerden cîfelerle dolu.. Onlar o güzel etleri bırakıp, bu cîfeleri yiyorlar..
Gene sordum:
- Bunlar da kim, ya Cibril ?.
- Bunlar, zina yapanlardır !.. Allah`ın kendilerine helâl kıldıklarını bırakıp da, zevk ve şehveti haramda arayanlardır!..
Sonra baktım gene bir kavim var ki, karınları küpler gibi!.. Al`i fir`avn yolu üzerinde bulunuyorlar.. Firavun ve ehli cehenneme götürülürken bunların üzerlerine basa basa gidiyorlar ve geliyorlar..
Tekrar sordum:
- Ya Cibril, bunlar da kimlerdir !..
- Bunlar da faiz yiyenlerdir !..
Sonra gene gördüm ki, bir takım kadınlar memelerinden asılmış ve bir takım kadınlar da baş aşağı ayaklarından sallandırılmışlar !..
- Ya bunlar kimlerdir ?.. diye sordum Cibril`e.. Cevapladı :
- Bunlar zina yapan ve çocuklarını öldüren kadınlardır !..
Sonra İkinci Semâya çıktık !..
Orada Yusuf Aleyhisselâm ile buluştuk..Ümmetinden kendisine tâbi olanlarda etrafında idi.. Yüzü Bedir Gecesi, Ay misâli idi.. Bana selâm verdi:
- Hoş geldin Sâlih Nebî, Sâlih kardeş !..
Sonra Üçüncü Semâya geçtik.. Burada da teyzezâde; İsa Aleyhisselâm ile Yahya Aleyhisselâm’la karşılaştım.. Onlarla da selâmlaştım..
Sonra Dördüncü semâya geçtik.. Orada da İdris ile buluştum.. Selâmlaştık..
Sonra Beşinci Semâya geçtik..
Burada da kavmine sevdirilmiş olan Musa`nın kardeşi Harun ile buluştum.
Etrafında birçok tebaası vardı.. Uzun sakallıydı.. Onunla da selâmlaştık..
Sonra Altıncı Semâya geçtik..
Orada da İmam oğlu Musa ile karşılaştım.. Kıllı bir vücudu vardı.. Musa bana dedi ki:
-İnsanlar bana zulüm eder, Allah`ın halk ettiklerinin ekremi, der!..
Halbuki ben sadece ümmetimin ekremiyim !..
Sonra Yedinci Semâya geçtik.
Orada ben İbrahim Aleyhisselâm ile buluştum.. Sırtını Beyti Mâmura dayamıştı..
Beni selâmladı..
Sonra bana: İşte senin mekânın ve ümmetinin mekânı burasıdır!. denildi..
Sonra Beyti Mâmura girip namaz kıldım.. Ona her gün yetmiş bin melek girer de, bir daha kıyâmete kadar hiç sıra gelmez ..
Sonra Cibril beni öyle yükseklere çıkardı ki, yazı yazan kalemin cızırtılarını duydum..
Nihâyet Sidre-i Münteha`ya geldim.. Burada Cibril bana:
-İşte burası Sidre-i Minteha`dır !..
Ben, buradan parmak ucu kadar ileri gitsem, yanarım !.. dedi..
Nihâyet Rabbım`la karşılaştım ..
- Et tahıyyatu el mübarekâtu ves salâvatu vet tayyibatu..
diyerek Rabbıma selâm verdim..
Buyurdu:
-Es Selâmu aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtuhu !..
Bunun üzerine Allah`ın selâmının bütün ümmetime de şâmil olmasını istediğimden ilâve ettim:
- Es Selâmu aleyna ve alâ ibadullahis sâlihiyn..
Bundan sonra Allahû Tealâ ümmetime 50 vakit namazı farz kıldı..
Bundan sonra döndüm.. Yolda Musa`ya rastladım... Bana sordu:
-Allahû Teâlâ ümmetine neyi farz kıldı ?... Ben de anlattım..
- Elli vakit namazı farz buyurdu.. Musa îkâz eti:
- Rabbına dön !.. Zîrâ ümmetin buna tahammül edemez !..
Bunun üzerine Rabbımın yanına döndüm.. Niyaz ettim.. Rabbım 50 vakitten 10`unu indirdi.. Dönüşte Musa sordu; Bende :
- 40 vakte indirdi farz namazı !.. dedim.. O gene :
-Ümmetin buna da dayanamaz !.. Rabbına gene müracaat et ! dedi..
Tekrar müracaat ettim.. Rabbım 10 vakit daha indirdi..
Dönüşte Musa tekrar sordu:
- 30 vakte indirdi !.. dedim.. O gene:
-Ümmetin buna da takat getiremez.. Gene Rabbına müracaat et!...dedi..
Tekrar Rabbıma niyaz ettim.. Bu defa 10 vakit daha indirdi
Dönüşte Musa gene sordu:
- Rabbım farz namaz sayısını 20 ye indirdi... dedim.. O gene ikâz etti:
-Ümmetin bunu da kaldıramaz.. Tekrar Rabbine rica et!..
Nihâyet Rabbim 10 vakte indirdi...
Ben de böylece Musa`nın yanına döndüm.. O beni gene ikâz ettti:
- Ümmetin buna dahi tâkat getiremez !.. Tekrar Rabbına müracaat et !..
Tekrar Rabbıma müracaat ettim.. 5 Vakit daha indirdi;
- Onlar beştir; fakat yine onlar ellidir !..
BENİM NEZDİMDE VERİLEN HÜKÜM DEĞİŞTİRİLMEZ!.. Buyurdu..
Musa`nın yanına döndüğümde o gene:
-Tekrar müracaat et; ümmetin buna bile tahammül edemez!. dedi.. Ben de:
- Rabbımdan utanır oldum !.. dedim..
Bundan sonra cennet ve cehennemi gördüm ve tekrar döndüm.."
Evet Mi’râc ‘tan döndükten sonra Efendimiz Aleyhisselâm bunu bütün Mekke`lilere anlatmaya karar verdi.. Fakat onların inanmayacaklarını da biliyordu.. Hattâ bunu yolculuk sırasında Cibril`e söylemiş de ondan:
- Ebu Bekir seni tasdik eder !. O Sıddık`tır !.. Cevabını almıştı..
Bunu söyleyince Ümmü Hani, Efendimiz Aleyhisselâm’ın rıdâsına yapışarak:
- Ey Allah`ın Rasûlü, sakın bunu halka açıklama !.. Seni kimse tasdik etmez ve bu yüzden de rencide ederler.. dedi..
Efendimiz Aleyhisselâm ise açıklamakta azimli idi:
- Vallahi ben bunu açıklayacağım..
Bundan sonra Efendimiz Aleyhisselâm Harem-i Şerif’e inip bunu orada Mekke`lilere açıkladığı zaman, onlar şaştılar ve:
- Ya Muhammed, bu söylediklerine bir delilin var mı ?. Biz bu güne kadar böyle bir şey işitmedik...dediler..
Bu arada Ebu Cehil oraya gelmişti; alaylı bir şekilde sordu:
- Ne o, yeni bir şeyler mi var?.. Efendimiz Aleyhisselâm da cevap buyurdu:
- Evet !..
- Nedir o ?..
- Gece seyahat ettirildim !..
- Nereye ?..
- Beyt`ül Makdis`e !..
- Sonra da sabahleyin aramızdasın ha ?.. Öyle mi?..
- Evet !..
- Ben böyle yalan hayatımda işitmedim !..
Sonra da, Efendimiz Aleyhisselâm’ın söylediklerini inkâr etmesinden korkarak kavmini oraya toplamak istedi..
-Bana söylediklerini kavmime de anlatman için, onları buraya çağırmamı uygun görür müsün ?.. diye sordu.. Efendimiz Aleyhisselâm buna müsaade etti..
Bunun üzerine Ebu Cehil Mekke`li müşriklerin bir kısmını oraya topladı.. Sonra da onlar gelince, Ebu Cehil konuştu:
- Haydi, bana anlattıklarını, onlara da anlatsana ?..
Efendimiz Aleyhisselâm bunun üzerine anlattı:
- Ben gece Beytül Makdis`e seyahat ettirildim !.. Hayretle sordular:
- Şimdi de aramızda bulunuyorsun ha?.
- Evet !..
Hepsi de bu anlatılanlara şaşıp kalmışlardı.. Bir an sukûnet içinde kaldıktan sonra hepsi de inkâra koyuldular.. Sonra birisi sordu:
- Bu anlattıklarına dair bize bir delil gösterebilir misin ?..
- Evet, seyahat sırasında yolda filân oğullarına rastladım.. Develerini kaybetmişlerdi.. Onlara seslenerek develerinin olduğu yere kılavuzlandım..
Sonra Tenim yokuşunda bir kafileye rastladım ki, önde siyahımtrak bir deve gidiyordu.. Üzerinde iki harar yüklü idi.. Biri siyah, öteki alaca renkli iki çuval. Onları gördüğünüzde sorun bakalım doğru mu söylüyorum ?..
Müşrikler bunun üzerine acele ovaya açıldılar.. Nitekim az sonra uzaktan gelmekte olan ilk kafileyi gördüler.. Ve Efendimiz Aleyhisselâm ne demişse, kelimesi kelimesine söylediklerini gerek bu ilk gelen kafilede, gerekse de diğer kafilede buldular..
Fakat bütün bunlara rağmen, gene de iman etmediler ve :
- Bu yapılanlar azâmetli bir sihirdir !. demekle ısrar ettiler
Bu arada bazılarıyla da arasında şu konuşma geçti Efendimiz aleyhis salâtu vesselâm’ın;
- Beyt`ül Makdis`e gittiğini söylüyorsun, öyle ise bize orayı târif et bakalım !..
Efendimiz Aleyhisselâm bu sual karşısında içinde bulunduğu hali şöyle anlatırdı:
-Gezdiğim yerler ve hususiyle Beyt`ül Makdis hakkında o kadar çok sual soruldu ki, ben onların bir çoğuna o gece dikkat etmemiştim.. Bu yüzden çok sıkıldım. Öyle ki, ben şimdiye kadar hiç böyle sıkılmamıştım.
Derken Allahû Teâlâ benimle Beyt`ül Makdis arasındaki uzaklığı kaldırdı da, karşımdaymış gibi görmeye başladım.. Ve onlar bana ne sual sordularsa, oraya bakarak cevaplandırdım.. Hattâ biri de bana, (oranın kaç kapısı vardır ?) diye sormuştu.. Halbuki ben de kapılarını saymamıştım.. Beyt`ül Makdis’i karşımda görünce kapılarını teker teker saydım ve suallerini cevaplandırdım..
Müşrikler bunun üzerine bana inandılar..
- And olsun ki bu târifin tamamen isabetlidir !.. dediler...
Sonra da Velid bin Mugiyre çıkıp:
-Bu adam sihirbazın tekidir !.. diyerek kalabalığın dağılmasına sebep oldu..
Bu arada bir kısım müşrikler de koşa koşa gidip Hazreti Ebu Bekir (r.a)ı buldular ve ona :
- Ya Ebu Bekir, arkadaşının yaptıklarından haberin var mı?..
- Hayır !.. Ne olmuş ?..
- Bu gece Beyt`ül Makdis`e gidip orada namaz kılmış.. Sonra da geri dönmüş !..
- Peki , O bunu anlattığı zaman siz de O`nu yalanladınız mı?..
-Elbette!.. Mescitte herkese söylediklerinin doğruluğuna inandırmak istiyordu..
Hazreti Ebu Bekir (r.a) kanaatini bildirdi :
-Vallahi, O eğer böyle olduğunu söylüyorsa, bu iş öylece olmuştur! Şüphesiz ki ben, O`nun her saat Allah`tan vahyettiği âyetlere dahi, bundan daha akla uzak görünmesine rağmen inanırken, niye bunu tasdik etmeyeyim?.. O ne demişse doğrudur!..
Hazreti Ebu Bekir bundan sonra doğruca Efendimiz Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına koştu..
-Ya Rasûlullah, sen halka, dün gece Bet`ül Makdis`e gidip orada namaz kıldığını ve sonra da gene aynı gece döndüğünü söyledin mi?..
-Evet ya Ebu Bekir !..
-Şüphesiz ki seni tasdik ederim ya Rasûlullah !..Senin sözün Hak sözden başkası olamaz !..
- Evet ya Ebu Bekir !. Sen de Sıddık`sın zaten !..
İşte Hazreti Ebu Bekir (r.a)a bu anda “Sıddık” lâkabı takılmıştı.. Ve o andan sonra da kendisi “Sıddık” lâkabıyla anılır oldu...

1.08.2009

ABDU-HÛ” ve “RASÛLU-HÛ” 4

İslâm’ın dünyaya yayılmaya başlayışının 10. yılına yaklaşırken, biraz da okuyucularımıza Efendimiz Aleyhisselâm’ın kıyâmet alâmeti olan hâdiselere ait bazı hadislerinden nakiller yapmak, sonra da kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz..

İşte Efendimiz`in son günlere dair anlattıklarından bazıları:

"Ruhum kudret elinde olan Allah`a yemin edrim ki, bir adam kabir yanından geçerken, kabir yüzünden değil, birbirini takibeden dünyevi belâ ve musibetler yüzünden ölümü daha kolay görerek:
-Keşke bu kâbirde yatan ben olsaydım.. diye temenni etmedikçe kıyâmet kopmaz..."

( Sahihi Buhari ve Müslim)


"Fırat nehrinin suyu çekilerek, altun hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor.. Her kim o arada bulunursa, o hazineden birşey almasın... Aksi takdirde ölür veya öldürülür..
Fırat nehrinin suyu çekilip, altından dağ ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz.. Bu hazine yüzünden kıtâl vukû bulur.. Her yüz kişiden 99 u ölür.. Her kişi, yalnız ben kurtulurum diye ümitlenir, kıtâle katılır.."
" Kufe`de kırmızı bir rüzgâr esmişti. Derken:
-Kıyâmet saati geldi, ya Rasûlullah !. demekten başka bir konuşma hâli olmayan bir adam çıkageldi..
Anlatan Abdullah İbni Mes`ud, sözün burasında doğruldu ve şöyle devam etti.

-“Miras taksim olunmadıkça ve ganimetle ferahlanmadıkça kıyamet kopmaz.” dedi.. Bundan sonra da eliyle Şam tarafını işaret ederek şöyle devam etti:
- Pek çok düşman, müslüman halk ile harb etmek için (ordu ve silâh) toplarlar.. İslâm ehli de onlarla harbetmek için (ordu ve silâh) toplarlar.. Ravi:
- Bu sözünle Rum`ları mı kastediyorsun?. diye sorar..
- Evet..
İşte kıtâl sırasında büyük bir saldırma ve çetin bir red etme olur..
Şöyle ki: Müslümanlar ölüm kalım harbi yapacak ve ancak gâlip olarak dönecek olan bir fedâiler birliğini ordunun ilerisine çıkartırlar.. Bu birliklerden önce fedâiler yok olup gitmişlerdir..
Neticede Islâm ordusu da, düşman ordusu da geri döner.. İki ordudan hiç biri gâlip değildir, fakat iki ordunun da öncüleri mahvolup gitmiştir..

Sonra müslümanlar gene en önde ölüm kalım savaşı yaparak ve ancak gâlip olarak geri dönecek öncüler çıkartırlar..
Müteakiben tekrar gece bastırana kadar ölesiye savaşılır.. Gece bastırınca iki taraf da gene geri çekilir..
Sonra üçüncü defa gene böyle bir birlik çıkartılır.. Fakat akşama kadar iki tarafın fedaisi de mahvolduğu halde, gene iki taraf da galip değildir..
Artık dördüncü günde Islâm ordusunun bakiyesi onlar üzerine hücuma geçer. Bunu takiben Allah, hezimeti düşman üzerine kılar ve öyle muazzam bir öldürüşme ve kıtâl olur ki, misli görülmeyecek bu kıtâlin.. Hatta kuş cinsi, çarpışan o ordu fertlerinin yanlarından uçar da, bir türlü onları geride bırakamaz, nihâyet ölü olarak yere düşer..
(Harb o kadar çetin ve yok edici olur ki) bir baba, (meselâ) yüz fert olan oğullarının hepsini harbe hazırlayıp yollar da, sonunda onlardan bir tekinin dışında başka kimsenin kalmadığını görür..
Artık sonunda hangi ganimetle ferahlanılır?.. Yahut miras aralarında bölünüp paylaşılabilir?."

"Müslümanlarla yahudiler arasında çok kanlı bir muharebe olmadıkça kıyâmet kopmaz.. O muharebe de müslümanlar yahudileri tamamiyle kırıp öldürecekler.. (Bu yahudi mahvı o kadar umumi olur ki..) Hattâ bir yahudi taş yahut ağaç arkasına gizlenir, akabinde o taş veya ağaç:
- Ey müslüman, Ey Allah`ın kulu, şu arkamda saklanan kimse yahudidir, binanaleyh gel de onu öldür !.. Der.. "
" Ben Rasûlullah Aleyhisselâm’dan işittim:
“Kıyâmet, Rumlar insanların en çoğu oldukları halde kopar !.. buyuruyordu..
Bunun üzerine Amr:


  • Andolsun, sen bunu söylüyorsan, muhakkak onlarda şu dört haslet vardır:
    O zaman onlar, insanların fitne anında en akıllıları ve hâlimi;
    musibetten sonra en süratle sıhhat ve iyiliğe dönenleri;
    firardan sonra hücuma geçme zamanı en yakın olanları;
    miskin, zaif ve yetimler için insanların en hayırlı olanları;
    bir de beşinci sıfatları vardır ki ;
    meliklerin zulmünü en çok men edenlerdir.. “dedi.


" Ümmü Seleme (r.a) dan...
Rasûlullah Aleyhisselâm buyurdu:
-Bir kimse Kâbe`ye sığınır. (Yanındakilerle birlikte.)
Onların kendilerini himaye edecek kimseleri, kendi kendilerini koruyacak nüfus sayıları, harp hazırlık malzemeleri bulunmamaktadır.
Onlara doğru bir ordu gönderilir..
Bu ordu Beydâ mevkiine geldiği zaman toptan yere batırılır..
Artık onlardan kaçıp da, kendilerinden olanlardan haber verecek olan bir kimse kurtulamaz..."


"Hayret verici bir hâdise gördüm:
Ümmetimden bir kısım insanlar Kâbe`ye sığınmış bir adam sebebiyle, Kâbe`yi kastederek geliyorlar.. Nihâyet onlar Beydâ`ya ulaştığı zaman yere batırıldılar..
Ashab sorar:
- Ya Rasûlullah, şüphesiz ki yol bir çok insanları bir araya toplayabilir ?.. (Onlar ne olacak)
- Evet, onların arasında, bilerek bu işe kastedip gelenler; icbar edilerek götürülenler ve onların kafilesinden olmayan diğer yolcular da vardır.
Bunların hepsi bir helâk ile helâk olacaklar da, kıyâmet gününde çeşit çeşit çıkış yerlerinden çıkacaklardır.. Allah onları niyetlerine göre diriltecektir. "


"İki müslüman kılıçları ile birbirlerine yönelip vuruştukları zaman, öldüren de, ölen de ateştedir; buyuruldu, Rasûlullah Aleyhisselâm tarafından.. Bunun üzerine soruldu:
- Ya Rasûlullah, öldüren böyle; peki ölen neden böyle ?..
- Ölen de arkadaşını öldürmek istemiştir.."
" Şüphesiz ki, Allah arzı benim için dürüp devşirdi de bu sebeple ümmetimin mülk ve tasarrufu arzdan bana, dürülüp toplanan yerlere kadar ulaşacaktır...


Bana kırmızı ve beyaz iki hazine verildi ve ben Rabbımdan ümmetimi bir kıtlık senesiyle helâk etmemesini;
Kendi nefislerinden başka herhangi düşmanı onlara musallat kılıp da cemaat ve varlıklarının hepsini kökünden kazıyıp helâk etmemesini talep ettim..


Rabbım :


-Ya Muhammed, ben bir hüküm verdiğim zaman artık o red olunmaz !.. Ben, sana, ümmetinin lehine, onları umûmi kıtlık ile helâk etmemeyi, onlar üzerine nefislerinden başka bir düşman musallat etmemeyi ve dolayısıyla yeryüzünün bütün etrafında bulunanlar toplansa bile köklerini ve cemiyetlerini kazıyıp helâk etmemeyi teminat verdim..
Nihâyet, senin ümmetin, birbirlerini helâk eder ve birbirlerini esir alır olmakta devam edecektir.."



"Sizler bir cânibi karada, bir cânibi deryada olan bir şehir işittiniz mi?.. Sahabiler:
- Evet, işittik, ya Rasûlullah ?.
- Ishak oğullarından 70 bin kişi o beldeye gaza etmedikçe kıyamet kopmaz..
Bu gaziler o beldeye gelip, konakladıkları zaman, silâh ile harb etmezler, ok da atmazlar..


Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber derler..
Bunun üzerine o şehrin iki cânibinden biri düşer.. Sonra ikinci defa
Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber” diyecekler.. Akabinde şehrin diğer cânibi de düşecektir..
Sonra üçünçü defa bu sözü tekrar edecekler.. Bunu tâkiben kendileri için bir gedik açılacak ve buradan şehre girecekler ve ganimetlere nail olacaklardır.. Gaziler ganimetleri taksim etmekle meşgul bulundukları sırada birden bire imdat isteyen bir feryatçı gelir ve:
-Muhakkak DECCAL çıkmıştır, der !..
Bunun üzerine gaziler her şeyi terkederek geri dönerler."(*)



(*)Şehrin bu fethinin kıyâmete yakın ve Deccal’in zuhûrundan evvel olacağı, çetin bir harp yapmaksızın, sadece zikir ile tahakkuk edeceği bildirilmektedir...


Bu hadis-i şerif ile ilgili gördüğümüz için Sultan Fâtih ile bir veli olduğu nakledilen Akşemsettin arasındaki konuşmaya surada yer vermek istiyorum:
“Sultan Mehmet’in çeşitli kimseler tarafından İstanbul gazasından menidlmek istendiğini duyan Akşemsettin, Sultan Mehmet’e şu bilgiyi verdi:


-Evvelâ kostantiniyye’yi Sultan Mehmet fethedecektir...Sonra Beni Esfer alır. Beni Esfer elinden de MEHDÎ alır...”(Tezkiretül Evliya, Sayfa:161)(M.Z.K)


Bir sabah Rasûlü Ekrem Aleyhisselâm Deccal`dan bahsederken, onu zem ve tahkir etti.. Ve onun ne büyük bir belâ olduğunu belirtti.. Öyle ki, biz onu Nahl civarında zannettik.. Vakta ki Onun yanına gidince, bizdeki hüzün ve teessürü anladı da:
- Size ne oluyor ?. Dedi..
- Ya Rasûlullah, sabahleyin Deccal`dan bahis açarak, onu tezyif etiniz ve ne büyük bir belâ ve fitne olduğunu söylediniz.. Hatta biz onun Nahl denilen yerde olduğunu zannetmiştik.. dedik.. Bunun üzerine:
-Sizin için en çok korktuğum Deccal`dan başkalarıdır.. Sizin için, Deccal`dan daha çok başka şerlilerden korkarım!..
Şayet Deccal, ben sizin yanınızda iken zuhûr ederse, yalnız başıma onu ilzam ve davasını iptal edebilirim.. Eğer ben aranızda değilken çıkarsa, artık herkes kendisini müdafaa edip, onun şerrinden korunmalıdır.. Zaten Allahû Teâlâ, her müslümanı onun şerrinden himaye buyuracaktır..


Deccal, son derece kıvırcık saçlı, gözü dışına fırlamış bir gençtir..


Ben onu sanki Katan oğlu Abdül Uzza`ya benzetiyorum.. Her kim, Deccal`e yetişirse, ona karşı KEHF Sûresinin evvelinden ve âhirinden on sûre okusun.. Bu âyetler, sizi onun tasallutundan korur...
Deccal, Şam ile Irak arasındaki yoldan yoldan çıkıp, Arapların üzerine yürüyecek..


Seriyyelerini sağa sola götürüp, şerlerinden hiç bir kimse emin olmayacaktır..
O zamanda mevcut olan ey müminler, dininizde sebat ediniz !..


-Ya Rasûlullah, yer yüzünde ne kadar kalacaktır ?..
-Kırk gün kalacak, bir günü bir sene, ve bir günü bir ay, ve bir günü de Cuma kadar.. Diğer günleri de sizin günleriniz gibi olacaktır..
Ya Rasûlullah, bir sene hükmünde olan o günde, bize bir günün namazı kifâyet eder mi?.. diye soruldu.. Rasûlu Ekrem:
- Hayır kifâyet etmez !.. Siz, ona göre namaz vakitlerini tahmin ve takdir ediniz.. Her yirmidört saati, normal günler gibi zamanlara ayırarak, beş vakitlik namazlarınızı kılınız..
Ya Rasûlullah, Deccal`in sürat-i seyri nasıldır ?..



-Şiddetli rüzgâr önünde bulut sürati gibi mesafe kateder.. Bir kavmin yanından geçer, onları, “Kendisinin Rabları olduğuna inanmaya” davet eder.. Onlar da ona iman ve icâbet ederler.. O da bulutlara emreder, yağmur yağar; yere emreder, istidrac kabilinden otlar biter.. Hayvanlar da meralardan fevkalâde besili ve sütlü olarak dönerler..
Sonra Deccal başka bir kavme gelir, onları da “Kendisinin Rableri olduğuna inanmaya” davet eder.. Lâkin onlar bu daveti kabul etmeyip, reddederler.. Ve tevhid dininde sebat ederler.. Deccal onların yanından döner; bu defa o kavimden yağmur kesilir, otlar kurur.. Mera olmadığı için hayvanlar da ölür.. Mal nâmına ellerinde hiç bir şey kalmaz..
Deccal harap bir yere uğrar; oraya: “Define, madenlerini çıkar deyince” deyince, bal arılarının beylerini takip ettikleri gibi, defineler de süratle Deccal`i takip ederler..


Sonra Deccal tam mânâsıyla kuvvetli bir genci ulûhiyetine iman etmeye davet eder.. Kabul etmediğinden dolayı öfkelenerek, o delikanlıya bir kılıç havale eder ki, hedefe atılmış ok gibi süratle, delikanlının vucudunu birbirinden bir hedef kadar uzak iki parçaya böler.. Onu tekrar hayata kavuşturduktan sonra, yine ulûhiyetine inanmaya davet eder.. Delikanlı beşûş bir çehre ile güler..
-Bu adam nasıl iflâh olabilir ?.. der..


Delikanlı bu vaziyette iken, Allah`u Teâlâ, Meryem`in oğlu Mesih (İsa) yı gönderir..
İsa Aleyhisselâm, boyanmış iki hulleye bürünmüş, ellerini de iki meleğin kanatları üzerine koyarak Dımeşk (Şam)ın doğusundaki Minare-i Beyza`ya iner..
Başını eğince, hamamdan çıkmış gibi, tertemiz bir halde terler.. Başını kaldırdığı zaman da, saçlarından inci taneleri gibi nurâni damlalar iner.. O`nun soluğunu koklayan kâfir mutlaka ölür.. O nefes, göz alabildiği yere kadar uzanır..



İsa Aleyhisselâm Deccal`i aramaya koyulur.. Nihâyet onu Bâbı Lut`ta, (Beyti Makdis`e) yâni (Kudus`e) yakın bir yerde yakalar ve öldürür..


Sonra Hazreti İsa`nın yanına, Deccal`in şerrinden Allah`ın muhafaza buyurduğu bir kavim gelir.. İsa Aleyhisselâm , onlara ikram olmak üzere, yüzlerini mesheder. Onların korkularını izâle eder.. Cennetteki derecelerini haber verir.. Bu sırada Allahû Teâlâ Hazreti İsa`ya şöyle vahyeder:


-Ben, sana, itaat ve inkiyaf eden bir cemaat meydana getirdim. Hiç kimsenin onları öldürmeye gücü yetmez. O kullarımı Tur dağında muhafaza et, buyurulur..
Cenâb-ı Hak, Yecüc ve Mecüc denilen iki büyük kavmi gönderir..


Bunlar yüksek yerlerden akın edeceklerdir.. İlk kafile Teberiye gölüne uğrayıp, oradaki suları tamamen içecekler, ikinci kafile de oradan geçecek ve vaktiyle burada çok su varmış diyecekler.
Sonra Beyti Makdis dağına yürüyecekler ve yer yüzündekileri öldürdük, şimdi sıra göklere geldi, geliniz de gök yüzündekileri de öldürelim diyecekler, oklarını göklere doğru atacaklar... Allahû Tealâ onların attığı okları, istidrac olmak üzere, kana bulamış bir halde onlara iade edecek.
İsa Aleyhisselâm ve ashabı Tur dağında mahsur kalacaklar.. Öyle ki muhasaranın şiddetinden bir öküz başı, onlardan her biri için, bügünki paranızla yüz dinardan daha hayırlı olacak..
Bunun üzerine Nebiyullah İsa Aleyhisselâm ve ashabı, onların belâsından halâs için Allah`a yalvaracaklar.. Allahû Teâlâ onların dualarını kabul edip, Yecüc ve Mecüc kabilelerinin enselerine Nugaf denilen küçük kurtlar veya mikrop musallat eder. Sabahleyin çılgınların hepsi de, Allah`ın kudretiyle tek bir nefes gibi bir anda helâk olurlar. Sonra, İsa Aleyhisselâm ve ashabı, Tur dağından aşağı inerler.. Yer yüzünde onların kokmuş lâşelerinden hâli bir karış yer bulamazlar..
Yine İsa Aleyhisselâm ve ashabı Allah`a yalvarırlar da, Cenâbı Hak deve boynu gibi kuşlar gönderir. Onlar lâşeleri alıp, Allah`ın istediği yere atarlar..
Sonra Cenâb-ı Hak pek çok yağmur indirir de, ondan hiç bir ev ve çadır mahsun kalmaz..


O yağmur bütün yer yüzünü yıkar, ayna gibi tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir..
Sonra yeryüzüne; meyvalarını verir, evvelki gibi, onun kabuğu ile gölgelenirler.. Meraya gönderilen koyun, sığır, keçilerin de sütleri bereketli olur.. Öyle ki sağmal devenin sütü, kalabalık bir cemaatı, sığırındaki bir kabileyi; koyunun sütü de, yakın akrabadan bir cemaatı doyurur..
İşte bunlar böylece bolluk içinde, böylesine müreffef bir hayat geçirirken, Cenâbı Hak hoş bir rüzgâr gönderir. Bu lâtif rüzgâr, halkı koltuklarda; her mümin ile müslimin ruhunu kabzeder. Ortada en şerli insanlar kalır...
O zamanda, insanlar yekdiğeriyle boğuşurlar, merkepler gibi halkın huzurunda alenen erkekler ile kadınlar cinsi münasebette bulunurlar.. İşte bu fena adamlar üzerine de kıyamet kopar.. "


"Muhakkak ki, Deccal`in iki gözünün arasında KÂFİR yazılmıştır.. Onun amelini kerih görüp sevmeyen herkes o yazıyı okur..
Şunu kati olarak biliniz ki, sizden hiç bir kimse ölünceye kadar, Aziz ve Celil olan Rabbını asla göremeyecektir.."


" Rasûlullah, namazını bitirince güler bir halde mimber üzerine oturdu da;
- Herkes namaz kıldığı yerinden ayrılmasın !.. Buyurdu.. Sonra da sordu:
- Sizleri niçin topladığımı biliyor musunuz?.. Sahabiler:
- Allah ve Rasûlu en iyi bilendir !. Rasûlullah buyurdu:
- Allah`a yemin ederim ki, ben sizleri ne bir rağbet ve ne de bir korkudan dolayı toplamadım.. Sizi toplamamın sebebi şudur:
Temim ed Dâri Hırıstiyan bir kişiydi.. Geldi ve biat edip İslâm Dini’ne girdi. Ve bana öyle bir hâdise anlattı ki, onun söylediği bu hâdise, benim sizlere Mesih Deccal hakkında anlattıklarıma uygun düşmektedir..
Bana hâdiseyi şöyle anlattı:
Cüzam ve Lâim kabilelerinden 30 kişiyle beraber, denize ait bir gemiye binmiş, dalgalar da bu gemideki yolcuları deniz ortasında bir ay çalkalayıp oyalamış.. Sonra gemiyi bir adaya yaklaştırıp oraya sığınmışlar... Müteakiben, büyük geminin arkasında yedekte çekilen sandallara binip geceye kadar beklemişler.. Sonra adaya çıkmışlar.. Kendilerini gövdesi pek çok kıllı bir dabbe karşılamış; öylesine kıllı imiş ki, bu yüzden önünü arkasından ayırt edememişler..
Gemi halkı o dabbeye sormuşlar:
-Sen nesin ?.. O da :
-Ben Cessase`yim !.. Cevabını vermiş.. Sonra da o mahluk konuşmaya devam etmiş:
-Ey topluluk, siz şu hırıstiyan manastırındaki adama gidiniz.. Çünkü o, sizin haberinizi çok şiddetle arzu eder !..
Bu dabbe bize bir adamı tahsis kılınca, biz onun dişi bir şeytan olmasından korktuk ve süratle yürüyüp, nihâyet manastıra girdik.. Orada, cüsse bakımından, gördüğümüz insanların en irisi olan, iki eli boynuna, diz kapaklarıyla topukları arası birbirine demirle çok sıkı bir sûrette toplanıp bağlanmış bir insan ile karşılaştık..
- Vay canına sen kimsin ?.. diye sorduk.. O :
- Sizler benim haberimi aldınız.. Binâenaleyh, siz kimler olduğumu bana haber verin !..
Dedi..
Gemi halkı :
-Biz, Arab kavminden bir takım insanlarız.. Deryaya bir gemiyle açıldık.. Akabinde mutadın üstünde dalgayla karşılaşıp, bir ay deniz ortasında çalkalandık.. Sonra şu adaya sığındık.. Müteakiben yedekdeki sandala binip adaya çıktık.. Derken bizi vucudu çok kıllı ve bu yüzden önü arkası ayırt edilemeyen bir dabbe karşıladı.. Biz:
-Sen kimsin ?.. diye sorduk;
-Ben Cessase`yim !.. Dedi.. Biz :
-Cessase nedir?. Dedik
-Hırıstiyan manastırında bulunan şu adama gidin; Çünkü o sizin haberinizi öğrenmeyi çok arzu eder .. Dedi.. Bunun üzerine biz süratle koşup sana geldik.. O dabbeden de korktuk, onun bir dişi şeytan olup olmadığını anlayamadık..
-Sordu:
-Bana, Şam`da bir köy olan Nahl-ı Beysan`dan haber verin..? dedi..
-Sen onun halinden ne soruyorsun ?.. dedik..
-Hurmalarından soruyorum !. Onlar meyva veriyor mu?.. dedi.. Biz ona :
- Evet, veriyor !.. dedik..
- Muhakkak onun meyva vermeme zamanı yaklaşıyor !.. Dedi..
- Bana Taberiye gölünden haber verin ..? dedi..
-Sen onun hangi halinden haber istiyorsun ?. diye sorduk..
- Onda su var mıdır ?.. dedi. Biz de:
- Onun suyu çoktur !.. cevabını verdik..
-Haberiniz olsun ki, onun suyunun çekilip gitmesi zamanı yaklaşıyor.. dedi..
-Bana Şam`ın kıble canibinde bulunan Aynu Zugâr`dan haber verin ?.. dedi..
-Aynu Zugâr`ın hangi hâlinden soruyorsun ?.. dedik..
-O pınarda bir su var mı?.. Ve oranın ahalisi o pınarın suyu ile ziraat yapıyorlar mı? diye sordu..
- Evet, o suyu bol bir pınardır.. Ahalisi de o pınarın suyundan ekip, ziraat yapıyorlar.. dedik..
- Bana NEBİYYÜL ÜMMİYYİN`den haber verin ?. O ne yapıyor ?..
- Mekke`den çıkıp Yesrib`e ( Medine) geçti !.. Cevabını verdiler..
- Araplar O`nunla muharebe yaptılar mı?.. diye sordu..
- Evet, yaptılar.. Cevabını verdik..
- Allah Rasûlu onlarla nasıl geçiniyor?.. diye sordu..
-Arablardan kendisine dostluk gösterenler ve itaat edenlerle birlikte meydana çıkmıştır .. diye cevap verdik..
- Hakikaten bunlar oldu mu?.. dedi.. Biz:
- Evet, hepsi de oldu !. dedik..
-Muhakkak ki onların Allah Rasûlu’ne itaat etmeleri kendilerine bir hayırdır..
Şimdi be sizlere kendimden haber vereceğim.. Ben Mesih (Deccal)im !.. Bana çıkmak hususunda müsaade verilecek zaman yaklaşıyor.. Müsaade edilince, ben yeryüzünde seyr ederim de, artık kırk gece içerisinde kendisine inmediğim hiç bir şehir bırakmam...


Ancak, Mekke ile Medine müstesnadır.. Bunların her ikisi de bana haram kılınmıştır.. O iki beldeden birine girmek istedikçe, beni elinde sıyrılmış bir kılıçla bir melek karşılar ve beni oraya girmekten men eder.. Muhakkak ki o şehirlere giren her bir yol üzerinde, o yolları koruyup beklemekte olan bir takım melekler vardır..



Rasûlullah bunları anlattıktan sonra, elindeki âsâsı ile mimberi dürterek, Medine`yi kastederek;
-İşte bu Taybe`dir (Medine)... İşte bu Taybe`dir.. Buyurdu.. Haberiniz olsun, ben bunu sizlere söylemiş oldum mu?..
Diye orada bulunanlara sordu.. Mecliste bulunanlar:
-Evet, haber verdin, ya Rasûlullah !. Rasûlullah:
-Temim`in anlattığı bu hâdise benim hoşuma gitti.. Zîrâ, o, benim sizlere Deccal`den Medine ve Mekke`den olmak üzere anlattıklarıma uygun düşmüştür..
Haberiniz olsun ki ; O, Şam denizinde, yahut Yemen denizinde... Hayır !.. O, muhakkak, maşrık (doğu) tarafındadır.. O, muhakkak doğu tarafındadır!.. Ve eliyle doğuyu işaret etti..."
Rasûlullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur :
-İki büyük İslâm ordusu birbiri ile harb etmedikçe, kıyâmet kopmayacaktır.. İki camianın ikisi de bir iddiada oldukları (İkisi de İslâm ve Hak iddiasında bulundukları) halde, aralarında büyük bir harb olacaktır..
Yine kıyâmet kopmayacaktır; 30 a yakın yalancı mel`ün Deccal`ler türemedikçe.. Bu Deccal`lerin hepsi de; “Ben Allah`ın peygamberiyim iddiasında” bulunmadıkça....
Yine kıyâmet kopmayacaktır; (dini ilme sahip âlimlerin ölümüyle) İslâmî ilim inkizara uğramadıkça.. Zelzeleler çoğalmadıkça... Zaman takarrub edip, geceyle gündüz bir olmadıkça... Fitneler zuhûr etmedikçe.. Adam öldürme vakaları çoğalmadıkça..
Yine kıyâmet kopmayacaktır; aranızda mal çoğalıp, sel gibi akmadıkça... Bir derecede çoğalacak ki, mal sahibi malının zekâtını kim kabul eder diye endişelenecek.. Hattâ mal sahibi bazı kimselere zekât vermek isteyecek, fakat zekât arzettiği kimse; benim zekâta ihtiyacım yok diyecek..


Gene kıyâmet kopmayacak; halk yüksek apartmanlar yapmak yarışına çıkmadıkça... Ve bir


kimse obür şahsın kabri yanından geçerken, (keşke bunun yerinde ben olsaydım) diyerek ölümü temenni etmedikçe..


Güneş batıdan doğup, insanlar bu hâdiseyi görünce toptan iman edecekler, fakat bu iman, evvelce iman etmemiş olanlar, yahut imanında hayır ve fazilet kazanmayan kimselerin imanları, kendilerine fayda vermediği bir zamandır..
Muhakkak ki kıyâmet kopacaktır. Hem de, müşteri ile bayii pazarlığı bitmeden kopacak da, o pazarlık bitip libas devşirilemeyecektir"!

Evet, birkaç yazımızda da, çoğu Sahih-i Müslim adlı hadis kitabından aldığımız "Kıyamet Alâmetleri" ile ilgili bazı hadisleri yukarıda sizlere naklettik.. Bunlardan sonuncusu Sahih-i Buhari`de de mevcuttu.. Ayrıca gene bu hadislerin bazıları Riyazüs Salihiyn adlı hadis kitabından alınmıştır..
Şİmdi tekrar İslâmın 10. yılına geçiyoruz....