22.12.2009

INSANI KAMIL (41. bölüm)

Tur - Kitab-ı Mestur - Rakk-ı Menşur - Beyt-Mamur - Sakf-ı Merfu - Bahr-i Mescur
Bu eserden beklenen odur ki; Salik için , en yüce refikîne ileten ola..Ama, ince, düşünceli, nazik, kibar arkadaş gibi..
Bilesin ki..Yukarıda anlatılan lafızlar şu manaya gelen âyetlerdir:- “And olsun tura.. Yaygın kâğıtlarla yazılmış kitaba.. Mamur eve..Yükseltilmiş tavana.. Dolan denize..” ( 52/1-6 )
Önce, sana ve bize:
Allah-u Taâlâ’dan başarı dilerim..
Sonra..
Bilesin ki..Bu bölüm:
Bu kitabın bütün bölümlerinin özüdür..
hülâsasıdır..
Hemen hepsinin dayandığı bu bölümdür..
Bunu şu sebeple söylüyorum: Taki, bu bölümde anlatılacakları, dikkat ve huzur içinde okuyup düşünesin..
Hem de, derin derin..

Burada sana neler anlatılacak?.
Bak, oku ve iyi anlamaya çalış..
Zâhiri lafızlara bakmak ve onları okumakla kalma..
Onlarla yetinme..
Daha ötesini iste..
Özellikle, üzerine parmak basıp dikkat çektiğimiz noktalarda..
İncelik taşıyan ibarelerle anlattıklarımızda..
Bilesin ki..
Bu TUR, bölümünde anlatılan manaların tümü.. hatta, diğer bölümlerde geçenlerin tümü:
Şeriat ehlinin kavline göre; dış manalarına dayanılacak olsa dahi..onun Batıni yönünde murad olunan sensin..Ve..
senin benliğin bütün bu ibareleri kapsamına alır..
Bunda manaların çokluğu, sendeki benliğin gösterdiği çeşitli yüzlerdir..
Onların hemen hepsini, kendinde gör..
Çünkü: Bütün bu isimlerle isimlendirilen sensin..
Bütün bu sıfatlarla sıfat alan sensin..
Yukarıda anlatılanları dikkate alarak bilesin ki..
TUR: Nefsindir..
Yani: Senin nefsin..
Bu manada buyurulan âyet-i kerime şöyledir:-
“TUR-U eymen canibinden ona nida ettik..” ( 9/52 )
Yani: Nefis canibinden..Burada bilinen bir şey daha var ki, o da:
Eymen’in dışında kalan TUR’dur..
Bu TUR, ise.. Musa’ya a.s. tecelli gelen dağdır..
Musa’ya a.s. orada tecelli olmuştur..
Tıpkı: Ehlullah’a, izbelerde, vadilerde gelen tecelli gibi..
Bu manada, Musa’ya a.s. gelen tecelli ancak, onun nefsi canibinden gelmiştir..
Bu tecelli dağ canibinden gelmemiştir..
Dağ ise..
Musa’nın a.s. ibadet ettiği bir mahaldir..
Orada bazı işler olmuştur..

a) Dağın parçalanması..
b) Musa’nın a.s. bayılması..

Dağın parçalanması:
Musa’nın a.s. nefsinden yana Allah’ta fena bulmasıdır..
Musa’nın a.s. bayılması:
Kendi varlığından geçmesi, kendi yok olarak Hak’la var olmasıdır..
Musa a.s. yok oldu..
Sanki: Kul, hiç yokmuş..Sanki:
Yüce Hak, ezelîdir..
Musa a.s. Rabbını görmedi; ancak, Allah Allah’ı gördü..
Bu makam ise.. ondan:- M u s a..Tabir edilir..
İşte.. bu manaya işaret olarak,
Yüce Sübhan Hak, şöyle buyurdu:

“Ya Musa, sen beni hiçbir zaman göremeyeceksin..” ( 7/143 )

Bunun manası şudur:- Sen mevcud oldukça, ben senden yana yokum..
Beni bulunca da, sen yok olursun..
Zira: Kadim zatın zuhurunda, mahlukun kalması imkânsızdır..
Aynı manaya işaret olarak, Cüneyd-i Bağdadî şöyle demiştir:
- Mahluk ( muhdes ), kadim zata arkadaş olunca, eseri kalmadı..
Aynı manada, Hz. Ali r.a. şöyle buyurdu:
- Ben kaybolunca, o aşikâr olur; o aşikâr olunca ben kaybolurum..
Yine bu manaya işaret olarak,
Allah-u Taâlâ, Musa’ya a.s. şöyle buyurdu:

- “Nefsinden ayrıl da gel..

”Bu yolu, Musa’nın a.s. şu sorusu üzerine tarif etmişti:-
Ya Rabbi, sana nasıl varayım?..
Buraya kadar anlatılan manalara dayanarak bildin ki:
TUR, sensin..
senin nefsin batınî yönüdür..
Dilde anlatılırken, bu batınî yöne:

- İnsanda bulunan ilâhî hakikat..Tabir edilir..
Buradaki insana:- Halk.. - yaratılmış - ..Denilmesi mecazî yoldandır..
TUR, üzerine açıkladığımız fikri teyid babında, şu hadis-i şerife bak:
- “Rahman’ın nefesini yemen canibinden alıyorum..”

Bu hadis-i şerif üzerine biraz açılalım..
Şöyle ki:
Yukarıda anlattık! TUR-U eymen işte bu nefistir.. Eymensiz olan TUR ise.. o anlatılan dağdır..
Resulullah S.A. efendimiz ise.. bu hadisinde:
- “Y e m e n..”Demekle yetindi.. Ve şu manaya dikkati çekti:
Rahman’ın nefesini, kendi nefsinden alıyor..
- “Rahmanın nefesi..” İse.. isimlerinde ve sıfatlarında onun zuhurudur..
Bu manada buyurulan bir âyet-i kerime şöyledir:
- “Yemin sabahın nefeslenmesine..” ( 81/18 )
Yani: Zuhuruna..
Yukarıda anlatılan manaları bildikten sonra..
- KİTAB-I MESTUR.. ( yazılmış Kitab )
Dediğimizin manasını anlatacağız..
Bütün dalları ve kısımları üzerine o: Mutlak varlıktır..
Hatta, halka ait itibarları ile..Ve.. mutlak varlık :
- M E S T U R..Tabir edilendir..Yani:
Mevcuddur.. Yazılmış satırlar halinde; Melekûtta meşhurdur..
Sonra o: Levh-ü mahfuzdur..
Bu mülk âleminde, onun benzeri insan mukabilidir.
Bundan ise:- RAKK-I MENŞUR.. ( Yaygın kâğıt ).Diye tabir edilir..
- RAKK ( kâğıt ) İle teşbih yollu anlatılması, asl’ ve fıtrî bir baskı ile, eşyanın onda var olmasıdır..ve..
bütün mevcudatın varlığı ondadır..
O kadar ki: Hiçbir şey, ondan eksik değildir..Bu ise..
- MENŞUR.. ( yaygın ) Tabiri ile anlatılır..
Bunu, şu cümle ile, daha iyi anlatabiliriz:
- Bir kitap, açılıp yayıldığı zaman; onda olan her şey bilinir..Bu durumda:- RAKK-I MENŞUR.. Olan ve: ­­­­- ­Yaygın Kitab..Manasına gelen cümle de, levh-ü mahfuz olur..
Bunun benzeri de, insan ruhudur..
Haliyle oradaki bu benzerlik: Eşyayı kabulü ve varlıkların ondaki basılı şeklidir.. Levhün zatı ise, budur.. Aralarında hiç ayrılık yoktur..
- BEYT-İ MAMUR..Cümlesine gelelim..
Ki bu:- İmar edilmiş ev.Manasına gelir..
Bu, bir mahaldir ki: Allah onu zatına has eylemiştir..
Bunun için onu:
Yerden semaya kaldırmıştır..
Onu meleklerle şenlendirmiştir..
Bunun benzeri: İnsanın kalbidir..

Çünkü: İnsanın kalbi, Hakkın mahallidir..
Orası da, imar edenden hali kalmaz; hem de, hiç bir zaman..

Onun imarı: Ya kudsî ve ilâhi yoldan olur.. Yahut, melekî yoldan.. Ya da, şeytanî yoldan..Yahut nefsanî.. Ki bu nefsanî oluş: Hayvanî ruhtur..
Hâsılı: O kalb, daima içinde bulunan sakinleri ile imar edilir..

Nitekim bu mana, şu âyet-i kerimede daha açık anlatılır:
- “Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a iman edenler imar eder..”
Yani: İkamet eder.. Çünkü, imaret;
- Sakin olanlar..Şeklinde kullanılan tabirin manasıdır..
- SAKF-I MERFU.. ( yükseltilmiş tavan ) Tabirine gelince..
İlâhî vasıf taşıyan yüce mekândır..
O mekân ise.. bu kalbdedir..
Yüce Allah kalbi:- MAMUR EV..Şekline benzetince, ilâhî hakikatın da onun için:- YÜKSELTİLMİŞ TAVAN.. Olması icab eder..Tavan, evden sayılır..Mamur evin tavanı ise: Ulûhiyet olur..Beyt ise.. kalbdir..Tavan, nasıl evden sayılır ve onun bir parçası olursa.. Allah’ı sığdıran kalb de, aynı şekilde evdendir; onun bir bölümüdür.
Bu manaya göre: Küll, Vasi’ ( içe alan ) küll; mevsu’ ( içe alınan ) cüzdür..
Tevessü’ – genişletme – dilinde işin hakikatı bu merkezde olduğu için, verilen mana yadırganmasın..Bu bir teşbihtir. Benzetmedir..Amma, Yüce Hakkın asıl durumuna uymaz..Zira, onun hükmü ve vasfı: Eşyayı içine almaktır..
Eşyanın da, onu:
İçine alıp sığdıramayacağıdır..

Kaldı ki, onda: Ne parça tabiri vardır; ne de bütün..
Çünkü o:
Kendi kudsiyetinde bu anlatılan şekillerden münezzehtir..
Hâsılı:
Bütün bu teşbihleri bir yana bırak..Ve.. anla, bil: Aynî varlık yönünden Allah için olan nedir?..Yine bil: Hükmî varlık yönüyle sübhan olan Allah için olan nedir?..Anla: o, kimdir?..
Anla: Sen, kimsin?..Ve.. sen, ne ilesin?.. O, ne iledir?.... Ve sen, hangi şeyle ona mugayirsin..
Ve o: Hangi vasıfları ile senin noksan hallerinden yana münezzehtir..
Şunu da bil: Seninle onun beynindeki bağlantıyı hangi yönden sağladın?..
buldun?..Ve.. anlatılan bağlantı, hangi yönden kesildi; kaybettin?..
Anlatılan halleri, bu ibarelere dalarak düşün..
Bunlar, öyle ibarelerdir ki: Hakkın sırlarını; hem açık, hem de işaretle anlatmaktadır..
Gelelim:- BAHR-İ MESCUR..Cümlesine.. ki bu..
- Dolan deniz..Manasınadır..
Bu cümlenin bize göre manası:
- Saklı ilim.. gizli sır..Demektir..
Anlatılan sır, öyle bir sırdır ki: KÂF ile NUN arasındadır..
İşaret dili, ancak bu kadar anlatır..
Zâhirî tabire gelince; rivayeti şöyledir:
- Arşın altında bir denizdir..

Cebrail o denize her gün girer..Oradan çıkınca: Kanatlarını çırpar..
Ondan yetmiş bin damla olup düşer..Allah-u Taâlâ, o damlaların her birinden bir melek yaratır.. Hepside ilâhî ilim taşımaktadır..İşte.. bu meleklerdir ki:
Beyt-i mamurun bir kapısından girer ve bir kapısından çıkarlar..
Bir daha da, oraya dönmezler..
Kıyamete kadar, bu iş, böylece sürüp gider..
Açıktan anlattığımız bu manaları anlamaya çalış..
Çeşitli yollardan işaret ettiklerimizi de öğrenmeye bak..
Hele bir bak: Bu deniz niçin sana doldu?..Ve.. bu tan yerinin ağarmasına niçin engel olundu?..
Acaba bu:
Aklın kavrama işindeki kusuru mudur?..
Yoksa.. ilâhî bir kıskançlık mı?.. Ki bu kıskançlık, onun çözülmesine engel oldu?..
Nitekim bu manada, Resulullah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:
- “Miraca götürüldüğümde, bana üç ilim verildi: Bunlardan birini gizlemek için, benden söz alındı..”
Bu hadisin devamı vardır; tamamı daha önce anlatıldı..
Hâsılı: Burada satırlar halinde yazıp anlattıklarımızın tümü:
O dolu denizin köpüklerindendir..
Delik kulaklara asılan boncuklar değil..
Bu, bize zâhir olandır..
Ondan hiçbir şeyi gizlemedik..
Hemen hepsini, ya işaretle yerine koyduk; ya da, anlatırken edebî bir terim kullanarak..
Bir yönüyle misal getirip açıkladık..
Ta ki, onu: Yabancıdan alalım..
Yukarıdaki cümleleri sıralamaktan muradım:
Hayır babında kapsamına neleri aldığını anlatmaktır..
Çünkü bu: Öyle bir kitaptır ki, bu zamana kadar bir benzeri gelmedi..
Bunun izah şekli gibi bir izah, asırlarca yapılmamıştır.. Anla.. düşün..
Babadan bahtiyar olup, saadeti bulan o kimsedir ki:
Bu kitabı okur.. Okuyamazsa, onu okumak için tahsili yoluna koşar..Allah.. Hak söyler.
Bu yola hidayeti nasib eden Allah’tır..

17.12.2009

ANAHTAR


BİSMİLLAH İR RAHMAN İR RAHİM
(ELİF LAM MİM -YA SİN- NUN)
Besmeledir göklerin sihirli anahtarı.
Zahir ile Batının, “Sırrı KÜN”de muhtarı.
Mevlana Hazretlerinin Güneşi, Şems-i Tebriz’i bir sözünde şöyle demiştir:
‘’Tüm kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir.’’
Zahir ve batın her ne varsa insanın kendisinde, özünde vardır.
Dışımızda olan her şey, içtekinin ve özündekinin, perdeye yansımasıdır.
Tüm oluşlar, senin sesinin tekrar sana yankılanmasıdır.
Senden evrene yayılacak olan titreşim hangi frekans üzere senden çıkarsa, y
ine ayni frekansta ama bir kartopunun dağdan aşağı yuvarlanırken dönüştüğü bir çığ gibi sana dönecektir.
İşte bu yüzden evrene yaydığımız titreşimin frekansının, pozitif olmasına özen göstermeliyiz.
Eğer negatif olursa sen, senden çıkanların sana dönerken dönüştüğü çığın altında kalabilirsin. İşte bu noktada Besmelenin sırrı ortaya çıkmaktadır.
Besmele senin özünde saklı olan âlemlerden, dışarıya (perdeye) yansıtacağın SESİN titreşimini, istenilen frekans düzeyine yükseltmektedir ya da düşürmektedir. İnsanın içinde muazzam bir güç gizlidir. Nefis terbiyesinden geçmeden bu gücü fark edenler, evrene yaydığı SESİN titreşiminin frekansını düşürmekte, bu gücün farkında olmayan aciz bir insan da, evrene yaydığı SESİN titreşiminin frekansını yükseltmektedir.

1-) Lisan-ı İnsani olarak çekilen Besmele, avamın çektiği (okuduğu) Besmeledir,
2-) Lisan-ı Ruhani olarak çekilen Besmele, Havassın çektiği (okuduğu) Besmeledir,
3-) Lisan-ı Rabbani olarak çekilen Besmele ki, bunda ‘’KÜN’’ emrinin sırrı zuhur eder.

Lisan-i Ruhani olarak çekilen Besmele ile ‘’envar-ı mükaşefat‘’a nail olunur. Yani Allah’ın sevdiği kullarına ikram edip, açtığı Hakikat nurları seyredilir.
Hepsi bir kitabın sayfaları olan âlemlerin kapıları, bir bir sana açılır.
Lisan-ı Rabbani olarak çekilen Besmele ile ‘’Cemal-i müşahedata‘’ nail olunur, yani müşahede güzelliği. Yalnız burada yukarıda da belirttiğim üzere ‘’KÜN‘’ emrinin sırrı zuhur eder. Cenabı Allah’ın Cemal sıfatından uzanan iki el ile yaratılmış olan insan, yani CEMAL sıfatının Cemal’i ve Celal’i ile yaratılan insan, Lisan-ı Rabbani mertebesinde Besmeleyi çektiği zaman, Cennet mertebesi seyrinde, müşahedesindedir. Bu hale, kesintisiz müşahede denmektedir, müşahede ettiği yine kendi iç âlemleridir ama Cennet müşahedesi denilen HAL’de, OL (KÜN) emrinin (sözünün) sırrı ortaya çıkar.

Mana tarafından madde tarafına sürekli bir akış vardır, bu akış yaratılışın devam ettiğinin göstergesidir. Ayni şekilde maddeden de, manaya bir dönüş vardır. İnsanoğlundan düşünebilenler için, Zahirden-Batın aşikâr olmaktadır, görebilenler için Batından-Zahire çıkışlar vardır. Yani zahirden-batına, batından-zahire sürekli bir akış vardır.Kişi Besmeleyi okuduğu zaman, Zahirden-Batına ve Batından–Zahire olan akışın tam orta yerinde yer alır. Eğer müşahedesi madde âlemine (zahire) dönük ise, bu âlemdeki oluşlara Cenabı Allah’ın izni ile etki eder. Bu etkilemenin bazen farkındadır, bazen değildir.
Müşahedesi Mana âlemine dönük olan kişi ise bu âlemlerdeki oluşlara etki eder. Manadan-Maddeye sürekli bir akış olduğundan, ister istemez madde âlemine de etki etmiş olur. Ama bir takım Allah kulları da vardır ki; müşahedesi hem madde âlemine hem de mana âlemine dönüktür. Besmelenin sırrı üzere hem manaya, hem de maddeye etki ederler.Her iki âlemi de iki kaşı arasında toplayıp müşahede eden Allah kulunun okuduğu Besmelede ‘’KÜN’’ emrinin sırrı zuhur eder. HAK tarafı ile mana âlemine nüfuz eder, HALK tarafı ile madde âlemine nüfuz eder.

İnsanda da her iki âleme açılan bir kapı vardır. Besmele, bizdeki bu kapıların ANAHTARIDIR.
RAHMAN, hikmet yurdunda, RAHİYM olarak tasarruf eder. Baba, Rahman sıfatı üzeredir. Anne ise Rahiym sıfatı üzeredir. Rahman’da kudret vardır, Rahiym’de hikmet vardır. Kadının karnındaki çocuğa, rengini ve şeklini veren kadındır ama çocuğun sırrını, kadına yazan babadır.
Rahman, kudretiyle yani “NUN” kalemi ile Rahiym’e bir nokta koymuştur. Rahiym ise o noktayı hikmetiyle, belli bir zaman sürecinde, kitap haline getirmiştir.
Her insan bir kitaptır, her bitki bir kitaptır, hülasa kâinat bir kitaptır. Dolayısıyla; Rahman sıfatının kudretiyle ve Rahiym sıfatının hikmetiyle besmele tamam olup, âlemdeki her şey bir besmeleden ibarettir. İnsan ise, Hazreti Ali efendimizin buyurduğu üzere, bu besmeledeki “B”nin altındaki noktadır ve noktayı koyan kalem “NUN” dur. Bu kalemi tutan el RAHMANDIR.
İblisin asi olduğu, doğrudan Cenabı Allah değildir. Cenabı Allah’ın, Rahman olarak yani Rahman sıfatı ile âlemler besmelesinin başındaki “B”nin altına koyduğu noktaya secde etmemekle, Rahman’a asi olmuş oluyor. O yüzden iblis ve soyunda, besmele eksiktir. Besmeleyi tamam eden o “Nokta”dır.
İnsana MANA olarak secde etmeyen, Rahman’a asi olup, iblis konumuna düşer ve besmeleyi tamam etmemiş olur. Lakin İnsana ZAHİREN secde eden de Cenabı Allah’tan başkasına secde edeceği için küfre düşer.

Kadın meyve vermek için, nasıl erkeğe muhtaç ise ve erkek te meyve verecek ağacı ekmek için, nasıl kadına muhtaç ise; âlemde bir takım kullar, kendilerindeki ilmin, dal budak sarıp ağaca dönmesi için, bu ilmi ekebileceği birine ve o biri de bu ilmi ekecek birine muhtaçtırlar. Bu ikisi bir araya gelince besmeleyi oluştururlar. Biri mürşittir, diğeri mürittir.

Âlemde, besmelenin her iki yarısı da, kendinde tamam olan bir takım kullar da vardır. Bunlar mürşit ya da müride ihtiyaç duymazlar. Bunların mürşidi, doğrudan Hazreti Peygamber (s.a.v.) Efendimizdir. Bu kulların her biri bir Güneş’tir. İki Güneş bir arada olamayacağı için, farklı yerleri aydınlatmak üzere, birinden biri başka yerlere göç eder.
Tarihte, besmeleyi tamam eden bir takım kimselerin, bir arada olduğu zamanlar da olmuştur. Karşıdan bakıldığında, bunlar Mürşit ve Mürid ilişkisi içinde sanılırlar. Fakat öyle değillerdir. Sahip oldukları ilmin nurları, Güneş gibi öylesine parlak ve yakıcıdır ki; ancak kendi seviyesinde olan biriyle bu ilmi ve nurunu paylaşabilir. Diğer hiçbir insan, bunların ilmini anlayamaz ve nuruna dayanamaz, yanar.
Hazreti Mevlana ve Şemsi Tebrizi hazretleri bunlara örnektir. Hacı Bektaşi Veli Hazretleri de bu kullardandır.
SAYGILARIMLA
(Bülent Gökçen yazisi)

14.12.2009

DER MÖNCH

DER MÖNCH

es gab einmal und doch gab es nicht, da gab es mal in irgendeiner Zeit einen Mönch,
der sein Leben für seine Religion Opferte..
Dieser war immer im Tempel da wenn es was zu tun gab, Erfüllte die Aufgaben ohne fehlern und Betete sehr viel.
Obwohl er alles richtig machte gab es etwas was seinen inneren Frieden immer wieder störte, Es waren die vielen fragen die bei ihm entstehten immer nach dem er in dem Heiligen Buch lieste. Es war die frage wie kann ein Mensch der Sohn Gottes sein? Sein verstand konnte sowas nicht verstehen, aber seine Lehre verbietete ihm diese sache zu untersuchen, und es so anzunehmen..

Diese frage verfolgte ihn überall her und gab ihm keine Ruhe in seiner inneren Welt, so das er die entscheidung traf die antwort ausser dem Tempel und dem Heiligen Buch, zu suchen.
Als erstes ging er Heimlich zu einem Atheisten den die Menschen hier, Proffessor nannten. Er ging Heimlich zu ihm denn die Meistern des Tempels verbieteten das man mit ihm spricht. Diese Heimliche gespräche dauerten tage lang, Der Mönch stellte seine fragen dem Proffessor und er gab ihm antworten aus der Wissenschaft oder Geschichte. Seine Antworten fingen immer mit der gleichen Geschichte an: es gibt kein Gott, das Universum ist aus sich selbst Entstanden, das Leben Entstand nach einer Natürlichen Selektion, der Mensch Entstand aus dieser Natürlichen Selektion..usw..

Nach all diesen Gesprächen und sich mehrenden fragen dachte der Mönch als er auf dem Hof des Tempels spazierte: Er Glaubte immer es gibt ein Gott, aber heute ist er sich nicht mehr sicher, Er fragte sich immer wie ein Mensch der Sohn Gottes sein kann, Heute denkt er über die Evulution, wie der Mensch sich aus einem Affen entwickelte und heute auf der obersten stufe der Evulution sitzt, dadurch das der Mensch nicht Erschaffen sein könnte, ob er ein denkendes Tier ist..usw.. Während er in diesem Gedanken kaos vertieft war kam zu ihm eine leuchtende idee, Wenn der Mensch ein produkt der Evulution ist, was ist die nächste stufe der Evulution? wie würde der Mensch in diesem zustand aussehen? Diese frage machte ihn sehr neugierig. Er blieb stehen und rief
"Oh mein Gott!"
Sein Glaube an einen Gott war kaum noch existent aber er rief Oh mein Gott! warum?
Er schiebte diese frage zur seite denn es kam eine andere idee:

Wenn die Evulution weitergeht, dann müsste der Affe der eine stufe niedriger als der Mensch ist, sich irgendwann in einen primitiven Menschen verwandeln, gab es denn Primitive Menschenarten? Welche rasse war im moment auf der obersten stufe der Evulution? In der Natürlichen Selektion waren einige rassen noch keine Menschen, so waren sie eine zwischenrasse zwischen Mensch und Tier. Der Mönch ging in die Bücherei des tempels und wollte kucken ob es vielleicht Gelehrte gab die darüber auch etwas Geschrieben hätten. Und tatsächlich, einige Gelehrte sagten genau das gleiche was der Proffessor erzählte. Dadurch war der Proffessor und die Wissenschaft in recht, nach all den gesprächen und diesen Gedanken, war sein Glaube an einen Gott verloren, da es kein Gott gab den man sich wenden kann gab es für ihm auch keine Wundern mehr. Wenn es kein Gott gibt, keine Wundern gibt, dann könnte es auch keinen Sohn eines Gottes geben. In diesem Moment war für den Priester; Sünden und gute taten, Himmel und Hölle alles gleichwertig und bedeutungslos, Es gab für ihm nur noch die oberste und die anfangsstufe der Evulution..
Der Mönch wurde wegen diesen Gedanken Gebannt und von dem Tempel Entfernt.
Nach seiner neuen Logik schaute er die Menschen bemitleidend und weil er rausgeworfen wurde bißchen Wütend an. Er sah sich auf der obersten stufe der Evulution und betrachtete die anderen nicht mehr als Menschen, wie sollte er auch?
Er sah, in jedem Handeln oder Essen eines Menschens eine art eines Tieres, ihre Selektion war noch nicht vollkommen. So konnte er nicht zwischen diesen Menschen bleiben, Er machte sich auf dem Weg zum Berg um da seine Selektion zu vervollständigen..

Der Mönch Lebte nun auf den Bergen in einer kleinen holzhütte, versinkte hier in tiefe gedanken, Nachts beobachtete er die Sterne den Mond, am Tage Ernährte er sich von den wilden Pflanzen und Bäumen. Nach einer Zeit kam ihm die idee die Bäume einzuimpfen..
Und alles beginnte in dem moment wo er diese idee umsetzen wollte.
Diese Bäume waren schon seit Jahren hier und gaben ihre wilden früchte, Er war schon davor ein paar male hier auf dem berg, sogar als er ein Kind war, gaben diese Bäume ihm ihre früchte. Nach all diesen Jahren gab es weder an den Bäumen weder an ihren Früchten irgendeine veränderung.
Wenn er diese Bäume einimpfen würde, würden sich ihre früchte verändern, aber diese veränderung würde nur nach einem bewussten eingriff von aussen stattfinden.
Plötzlich kam zu ihm die idee das Adam nicht der Vorfahren der Menschen war, auch in dem Heiligen Buch wurde er nicht als Vorfahren der Menschen genannt. Könnte es sein das ein bewusster eingriff wie seine einimpfung, die Menschenrasse startete?
Wer oder was war es der diesen eingriff verwirklichte? In der Nacht Beobachtete er die Sterne und das All und fragte sich ob es da irgendwo Leben geben könnte? Warum sollte es denn nicht? So wie das Leben auf diesem Planeten entstanden ist, könnte auch ein Leben in den Sternen oder auf anderen Planeten entstanden sein. Dort könnte es auch eine Evulution geben die vielleicht schneller oder langsamer war als auf der Erde.
Der Mönch wurde mit dieser idee wieder Lebendig. A
ber es gab ein propblem, er Glaubte nicht mehr an einen Gott, aber wer und was war es der den Eingriff auf die Menschenrasse machte, und warum?
So müssten diese Menschen intelligenter und Bewusster sein als wir.
Ok einen Gott gibt es nicht, es gab hier und auch dort ein Leben welches nach einer Natürlichen Selektion entstand, die Rassen entstanden nach einer Evulution, auch in den anderen Orten wo es vielleicht Übermenschliche Wesen gibt, entstand alles nach einer Evulution(?)
Nee die sache konnte nicht so einfach sein, es müsste mehr als all das geben..

Nach dem der Mönch das Leben auf anderen Planeten akzeptierte, kam zu ihm eine Geschichte aus eines der Büchern der Saints.

Es gab einen Propheten der zu ein Jüdisches Volk Gesandt war, dieses Volk aber war streng gegen diesen Prophet, und sie machten ihm das Leben eng, so verfluchte der Prophet dieses Volk das sie für immer von der Erde verschwinden würden, danach bereute er diesen Fluch und änderte sein Gebet, und Betete dies mal mit diesem Volk zu Gott damit sie von der Erde genommen werden, und Gott Enthüllte sie zur Wahrheit und Erhöhte sie als Gläubige zu einem anderen Planeten, und hier Lebten diese weiter, nahe dem Auferstehungstag würden wir diesen Planeten und diesem Volk so nahe kommen, als wären wir Nachbarn, wenn sie uns an dem Tage zu ihrem Schiff einladen, sollten wir ohne zweifeln ihr angebot annehmen.. und am Ende dieser Geschichte gab es ein Zitat von dem Saint:
"Im Himmeln gibt es Wahrheiten, auf der Erde gibt es nur Geschichten"


Dieser Satz knallte im Gehrin des Mönchs und schockierte ihm, Er Glaubte immer das; im gegensatz zu den anderen Geschöpfen die Menschen Rasse plötzlich da war, als eine bosondere art der Schöpfung, aber heute wusste er daß das so nicht war,
Bis zu Adam gab es eine Evulution die verschiedene Lebewesen/arten hervorbrachte, einige Rassen Ähnelnd dem heutigen Mensch, So sprach Gott eines Tages zu seinen Engeln:
"Ich werde auf der Erde einen Statthalter erschaffen"
worauf die Engeln antworteten:
"Willst du auf der Erde jemandem erschaffen der den anderen das Blut giessen wird?"

und Gott diese frage stellten, konnte man ahnen das es bereits auf der Welt eine Blutgiessende Rasse/n gab, und noch mehr was daraus herauskam war das es Bewusste Lebendige Engeln gab, die; so wie er selber die Bäume einimpfte, mit Gottes befehl dem Mensch ähnelnde Geschöpfe einimpften, und damit die Rasse Adams starteten,
Gottes Eingriff war also durch die Händen der Engeln. Sein Glaube an ein Gott war nicht mehr existent, aber Menschen, Engeln, Welten, Sternen das System das all dies belebt müsste einen Anfangspunkt einen Kern haben, es müsste einen Grund dafür geben und einen Ergebniss/Schluß.. Und das aller wichtigste es müsste eine Macht geben, welches all dies unter seiner kontrolle hat, überall eingreift, Besitzt und alles Umfasst, und genau diese Macht müsste es sein, die durch den Englen der Jungfrau Maria eingreiffen konnte und Jesus ohne einen Vater zur Welt schicken konnte, all dies nennte man Wunder..

Der Mönch war wieder Befriedigt und fühlte sich Erholt, das er mit dieser Macht nochmals begegnete, Er fühlte sich wie neugeboren und fiel heulend und rufend nieder "Ich habe dich gefunden, ich habe dich wieder gefunden"

In dieser Nacht sah er den Propheten Jesus, Jesus Gratulierte ihm, er berichtete ihm das er nicht Gekreuzigt wurde, sondern wie das Asri Volk das zu den Lebzeiten Moses Lebte und wie der Prophet Idris zum Himmel Erhöht wurde, und das er in der Endzeit in einem Gotteshaus namens Hagia Sophia nennt auftauchen wird, zu einem Lande gesandt wird welches das Zeichen MONDundSTERN hat, und das diese Ankunft sehr Nahe steht.
Der Mönch fragte Jesus wer der Prophet der Endzeit/Zukunft ist, Jesus sagte das es jemand ist der im Himmel mit den Namen Ahmed und auf Erden mit den Namen Muhammed gerufen wird, und das er sich ihm anschliessen soll, und danach war Jesus weg.. Als der Mönch am nächsten Morgen früh aufwachte wurde er ein Zeuge wie die Berge steine pflanzen Bäume den Namen (Muhammed) dieses Gesandten riefen, und machte sich auf den weg das Gotteshaus Hagia Sophia und das Lande mit dem zeichen Mond und Stern zu finden, Was der Mönch nicht sah war der Mond und Stern im Himmel, die nur alle 100 Jahre 1 mal nebeneinander kamen.. und diesen Mond und Stern fing er an zu suchen, und was meint ihr sollen wir mit ihm auch suchen?

2.12.2009

1.12.2009

Harflerin Sırrı




“Herkes laftan anlar , insan odur ki rumuzdan anlaya”

Harflerin Sırrı

İnsan esma’dan esma harflerden mürekkeptir.
Kelimelerin ruhu harflerdir.
Bir dilin irfani mi yoksa dünyevi mi olduğunu kelimelerinin içinde barındırdığı harflere bakarak anlayabilirsiniz .
Harfler tek başlarına ayetlerdir (bknz hurufu mukatta) ancak idraki dar insanın ayetleri anlayabilmesi için harfler kelimelere dönüştürülmüştür. Kelimelerden cümleler kurar , cümlelerden paragraflar örer , paragraflardan uzun, uzun yazılar inşa eder anlatmaya çalışırız .
Halbuki insan rumuzdan anlayana denir .
Az kelimeyle çok şey anlatmaya şiir denir.
Mecazdan anlayana bilgili kişi, alegoriden anlayana arif kişi denir.
Az söz söylemek dilin zekatı , az kelime kullanarak çok şey anlatmak yazarlığın şanındandır.
Bu anlamda Osmanlı yazı dilinin harekesiz oluşu onun irfani bir çaba içinde oluşunun göstergesidir.

Harfler sırdır .
Sırrı ifşa eden S harfinin eSrarını kelimelerin ormanında harflerin peşine düşerek bulabilirSiniz.
S hangi harfin içine girmiş ise Sır olmuştur , eSrar olmuştur , efSun olmuştur .
Mesela gizem ve Sırrın öz akrabalığı yoktur :
inSan gizlemek ister halbuki toprak çömleklerin üzerine çekilen cilaya verilen Sır ismi gibi, Sır açığa çıkarılması istenen beklenen bir şeydir . Açıktadır ancak herkeS göremediği için Sır olmuştur.
Ş gösteriŞ’in remzidir. İçinde yer aldığı kelime ulvi olsun süfli olsun göz kamaŞtırır , Bütün bakıŞları üzerine çeker.
İçinde Ş harfi olan bir tane iddiasız kelime bulamazsınız .
GüneŞ, ateŞ, aŞk, Şehvet , Şevk , nakıŞ, Şhov, Şehit.
Oysa bu kelimelerin benzerleri yakın akrabası sayılan diğerlerine baktığımızda daha Sade , daha Sakin bir hal görürüz. Yukarıdaki Ş li kelimelerin S li benzerlerine bakalım isterseniz. AteŞ ten yükselen ıSı , aŞk ile atışan Sevgi, Şehvetle at koşturan köSnü, Şevk ile yola düşen iStek , nakıŞ ile göz okşayan deSen , Şhov ile sahne alan göSteri ne kadar da Sönük kalıyor Ş nin yanında
AŞk ile ateŞin kızı , Şah ile Şeytanın arkadaŞı : Ş.Bir kelimelin önünde yürüdüğü zaman ona Şekil verir ,
kelimenin ortasında yer alırsa esası teŞkil eder, kelimenin ayak ucunda bile dursa onu baŞ yapar.
İçinde Ş harfi olmayınca Şah olmaz hiçbir kelime. Ş insanı tanımlayınca insana Şahsiyet verir onu , Ş Şah yapar, Şeyh yapar, Şövalye yapar, Şakir yapar, Şakirt yapar, Şehsuvar eder . Şerefli yapar, Şeytanla iŞbirliğine girer Şaki yapar, Şırfıntı yapar, Şempanze yapar, Şirret yapar, Şerefsiz yapar .
Yakıcıdır; GüneŞ ten alır ateŞini.GüneŞ, ateŞ, Şems, Şahap hep ş ile ıŞıldar.
S Sırları barındırır karnında.
Ş nin yanında Sönük kalır ama bir nevi ş’nin akıllı kardeşidir. Aşık olmak yerine Sevmeyi Şüphe etmek yerine Sorgulamayı , teŞhir yerine sergilemeyi Salık verir. TaSnif eder , Soru sorar , Sorgular , Şekillendirmez belki ama sonuçlandırır.

Geveze ve bilge harfler vardır.
Türkçede sesli harf dediğimiz A,E,I,İ gibi harfler çok konuşup az söyleyen harflerdendir.
Zurnaya , Kavala ses veren nefestir ancak boşluğa üflediğin nefesten ancak tıs sesi alırsın.
Sesli harf dediğimiz harflerin bir kısmı bilge bir kısmı yönetici bir kısmı savaşçı mahiyettedir.
İttifaklar kurunca farklı kombinasyonlar farklı karakterler ortaya koyarlar ,
yükselen burcun ,
burçlar üzerindeki etkisi gibi , kaymaklı kadayıf gibi
Yönetici harflerden birisi V dir.
Ama baŞ olmaya Şah olmaya talip değildir o. Vasi olur , padiŞah’a akıl veren Vezir olur , Vali olur , Vekil olur ama asil olmaz. Valide olur ama Baba olmaz .
Oysa diğer bir yönetici harf B bakan olur amma BaşBakan da olur, Bey olur Buyruk verir , Baş olur emir verir , Baba olur devlet ile özdeşleştirilir.
Hülasa harfler sırdır.
Yukarıda ifade ettiğim düşüncelerimin bilimsel bir mahiyeti yoktur . İstatistiklerle , nicel gözlemlerle desteklenmemiştir.
Modern hurifiliğin temelini atmak gibi bir niyete de sahip değilim.
Ancak uzunca bir süredir harflerin kendi başına manası olduğu ,
tek başına konuştuğuna dair bir inanca sahibim.
Harfler sırdır. Sırrına ulaştır ya Rabbim
(amiin:)
Kod661