12.06.2010

O'ndan O'na

Onun peygamberi O'dur... Yani kendisi. O'nun risaleti O'dur... Yani Elçisi O'dur. Yani kendisi... O, bir elçi gönderdi; Kendisinden... Kendisiyle, kendisine... Ne sebep, ne vasıta... Bunlar yok... Çıkar bunları aklından... Elçiyi gönderen... Elçinin getirdikleri... Elçinin kendisi... Ve elçinin geldiği kimse... Bunların hepsi aynı varlıktır; Tek şeydir. Aralarında hiç bir fark, değişiklik ve ayrılık yoktur. Bir beka vücudunun harflerini düşünün... Bu onun varlığıdır; vücududur... Başka yok... Onun gayrı için bir vücud düşünülemez... Hatta yokluğu da. Yani fenası da. Hatta ne ismi, ne de müsemması düşünülebilir. Sakın ha... Çok sakın... Bu manaları inkara kalkmayasın; Sonra... Yanarsın... Çünkü delilimiz kesindir, sağlamdır. Çünkü Resulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "Bir kimse ki, nefsini bildi; Gerçekten Rabbını bilen o oldu..." Çünkü Resulüllah (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "Rabbımı, Rabbım'la bildim..." Ona, Allah-ü Taala salat ve selam eylesin...


Cümle eşyanın varlığı, Hakkın varlığıdır... Ama, onların bir varlığı olmadan... (...)Meselâ demiyesin ki; Allah-ü Taâlâ, mahluktur.. Yani bu gördüğün yaratılmışlar... Bazı irfan sahipleri dedi ki: - Tam bir sofi vasfını alan kimse, mahluk olamaz... Yani yaratılmış bir şey değildir... Şüphesiz bu tabir doğrudur. (...)Ancak, dikkat gerek... Bu vasıf, rastgele herkese verilemez... Bir sofi'nin öyle bir vasfa lâyık olması için; tam bir keşif gerek... Sonra cümle şeklerin(şüphe) eriyip gitmesi gerek... Sonra bütün vehim kırıntıları da silinmelidir... İşte... bundan sonradır ki; yukarıdaki vasfı almaya, o sofi lâyık olur... Bu vasfı ki aldı... Onda, daha başka şeyler aranmaya başlanır. Öyle seciyeye sahip olmalıdır ki; gerek bu âlem, gerekse, bu âlemin bitişi ile başlayan ebedi âlem, onun gönül evinde çok ufak kalsın... (...)Hakiki hulk yani seciye, cümle âlemlerden çook çok daha geniştir... Bu bapta söylenecek söz, özet olarak bundan ibarettir... Şimdi... Anlatılmadık, bir şey kalmadı... Ne var ki; biraz daha ilerlemek icap eder... Buraya kadar anlatılanları, daha iyi anlamaya çalış... Ve bil ki gören ve görülen.. Var olmuş olan ve var eden... Anlayan, anlaşılan... bilinen ve bilen... Yani Ârif ve maruf... Vücud ve mevcud... İdrâk edilen ve idrâk eden... Bütün bu anlatılanlar, bir şeydir. Aynıdır... Tek şeydir. Başka yol arama.

(MUHYİDDİN ARABİ)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder