12.02.2008

İman hakikatleri ve Islam Alimleri H.Y.

İSLAM ALİMLERİNİN İMAN HAKİKATLERİNİN
ÖNEMİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

Bize iman hakikatlerinin önemini gösteren, dahası bu hakikatlerin nasıl yorumlanması gerektiği konusunda bizi aydınlatan önemli bir kaynak da, geçmişteki ya da çağımızdaki İslam büyüklerinin eserleridir. Kuran'a ve sünnete tam bir itaat içinde yaşayan ve düşünen bu veli insanlar, iman hakikatlerinin araştırılmasına ve bunlar üzerinde tefekkür edilmesine büyük önem vermişler, eserlerinde de iman hakikatlerini her zaman ön plana çıkarmışlardır. Bu bölümde bazı İslam alimlerinin eserlerinde yer alan iman hakikati örneklerine ve bu konunun önemi hakkındaki düşüncelerine yer verilmiştir.

İMAM GAZALİ

İmam Gazali on birinci asrın son yarısı ile on ikinci asrın başlarında yaşamış Horasanlı bir İslam alimidir. Yaşadığı dönemin en keskin zekalarından biri olduğu kabul edilmektedir. Devrinin müceddidi (Peygamberimizin hadislerinde bildirilen, her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük alim) olarak kabul edilir. Geniş ilmi, üstün zekası ve güçlü muhakemesi ile ünü yalnızca İslam alemine değil bütün Batı dünyasına yayılmıştır. İmam Gazali, o dönemde özellikle Yunan felsefesinden etkilenerek Kuran dışı inanç ve düşünceler öne süren bazı düşünürleri çok etkili bir biçimde çürütmüş, bu gibi yanılgılara karşı imanı ayakta tutmuştur.

Bu ünlü alim derslerinde ve sohbetlerinde iman hakikatlerine geniş ve ayrıntılı olarak yer vermiştir. Eserlerinde de her konuda iman hakikatine rastlamak mümkündür. Eserlerinde yer alan iman hakikatlerinden bazı örnekler ve iman hakikatlerinin önemi konusundaki bazı sözleri şu şekildedir:

Hiçbir hükümdarın memleketini idaresi, göklerin ve yerin melekûtunu ve bu âlemin düzenini sağlayan Allah-u Teâlâ'nın tedbiri gibi düzenli değildir. Allah-u Teâlâ'dan daha güzel, daha kâmil hiç kimse yoktur. O halde O'nu görmekten, O'na bakmaktan daha lezzetli bir bakış olabilir mi? Bundan anlaşılmış oldu ki, Allah-u Teâlâ'yı ve Kendisine ait sırları bilmek, bütün bilgilerden daha lezzetlidir.

Kalbin Lezzeti Marifetullah'tır: Her âzânın hoşlandığı, zevk ve lezzet aldığı şeyler vardır. Gözün lezzeti güzel şeyleri görmek, kulağın lezzeti istediği şeyleri duymak, şehvetinki yemek-içmek, mukarenet, düşmanına galip gelmek gibi şeylerdir. Kalbin lezzeti ise herşeyin hakikatını bilmektir, bu da Marifetullahtır. Marifetullah yolunda ne kadar ilerlerse o nisbette lezzet alır. Kâinatın Hâlik'ı ve mutasarrıfı olan Allah-u Teâlâ'nın zât ve sıfatına, esrar ve hikmetine, âsâr ve sanatına, izzet ve kudretine taalluk eden marifetten daha lezzetli; O'na yakın olmak, O'nu tanımak şeref ve saâdetinden daha büyük ne olabilir?


Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.
(Nahl Suresi, 12)

Nutfeden yaratılmış olan insan Allah'ın ayetlerindendir... Önceden halinin ne idiğini sonra ne olduğunu düşün! Acaba ins ve cin biraraya gelseler nutfeden bir göz, yahut kulak, yahut akıl, yahut kudret, yahut ilim veya ruh yaratabilirler miydi? Ondan kemik, damar, sinir, deri, kıl vesaire yapmaya muktedir olurlar mıydı? Bunlar bir tarafa Allah yarattıktan sonra insanın keyfiyyet ve mahiyetini, varlığının künhünü (bir şeyin aslı, cevheri, özü) anlamak isteselerdi bundan da aciz kalırlardı...

Allah'ın lütuf ve keremine, o muazzam kudrete ve hikmete bakınız, insanı nasıl kucaklıyor. Ne derece hayreti mucibtir ki, duvarda bir resim veya güzel bir hat yahut nakış gören kimse durur, hayranlıkla onlara bakar, sanatkarın onları nasıl yaptığını düşünür, yaptığı işin ne kadar büyük bir sanat ve maharet olduğunu ifade eder de şu muazzam kainata ve Allah'ın mahlukatına baktığı halde, onları ve Allah'ın sanat ve hikmetini düşünmekte gaflet eder.

Güneş, Ay, yıldızlar, bulut, yağmur, rüzgar ve tabiattaki bütün kuvvetler, hep Allah-u Teala'nın iradesinde, emrindedir. Katibin elindeki kalem gibidir.

Gökte nice yıldızlar vardır ki, yerden yüzlerce defa büyüktürler. Uzak olduklarından nokta gibi görünüyorlar. Yıldızlar böyle olunca, feleğin yani göklerin büyüklüğü buradan anlaşılır. Bütün bu yıldızlar, bu büyüklükleri ile senin gözünde gayet ufak görünüyor. İşte bu sebeple bunları yaratanın azamet ve hakimiyetini anlayabilirsin.4

Yıldızların çokluğuna dikkat edin... Hareket ve dönmeleri, dönerken olan hızları ayrı ayrıdır. Kimi bir ayda, kimi bir senede, kimi on iki senede, kimi otuz senede dönüp çoğu da bu gruptandır. Oradaki hayret edilecek bilgilerin sonu gelmez... Allah-u Teala'nın, bu kısa dünya hayatında, bu hususta verdiği ilimleri anlatmaya kalkarsak günlerce devam eder.

Yüzünü göğe çevir, gökyüzünün yıldızlarına, onların doğuş ve batışlarına, Güneş ve Ay'ına, onların sürekli olarak hiç şaşırmadan doğuş ve batışlarındaki farklı durumlara, kıyamete kadar devam edecek olan muntazam hareketlerine, bir saniye bile oynamayan seyirlerine ibretle bak! Yıldızların çokluğunu, şekil ve renklerini düşün. Güneş'in bir sene zarfındaki hareketine nazar et. Eğer onun doğuş ve batışı olmasaydı, gece ve gündüz olmayacaktı. Doğuş ve batışındaki farklılık olmasaydı mevsimler gelmeyecekti... Bunlar saymakla bitmez. Kainattaki her zerrenin nice hikmetleri vardır. Alem bir ev ise, sema onun tavanıdır.

İMAM-I AZAM EBU HANİFE

Ebu Hanife hazretleri, Hanefi Mezhebi'nin kurucusudur. Yaşadığı dönemde Müslümanlar arasında "İmam-ı Azam" yani "En Büyük İmam" lakabıyla tanınmıştır. Müslümanlara imamlık etmiş, İslam'ı tebliğ etmek ve Allah'ın hükümlerini insanlara açıklamak için hayatı boyunca mücadele etmiştir. İmam-ı Azam'ın, Allah'ın varlığını ispat ve tebliğde kullandığı en önemli yöntem ise iman hakikatleri olmuştur. Bu büyük imamın iman hakikatlerine verdiği öneme bir örnek olarak kendisinin aşağıda aktardığımız, ateist (dehri-tabiatçı, materyalist) bir kimseyle olan diyaloğu ibret vericidir:
...

Bağdat'ın karşı sahilinde oturan Ebu Hanife'nin tartışma saatinde yerini almamış olması, "dehri"nin ve kalabalığın zihninde değişik soruların şekillenmesine neden olur. Herkes merak içindedir... "Neden gelmedi? Gelmeyecek mi? Korktu mu? Delil mi bulamadı? vb. sorular.! İmam Azam, belirlenen saatten bir müddet sonra gelir. Dehri, son derece moral kazanmış, küfür ve gururu daha da artmıştır...

Ebu Hanife, özür dileyerek gecikmesinin sebebini anlatmaya başlar: Karşı sahilden bu tarafa gelebilmek için bir vasıta bulamadım. Beklemeye başladım. Belki bir kayık veya sal gelir de, onunla giderim diye düşünüyordum. O esnada ağaçların birdenbire devrildiğini gördüm. Devrilen ağaçların kendiliğinden kereste, kerestelerin kendiliğinden kayık olduğuna şahit oldum. Yine kendiliğinden bir kürek ve yelkenin vücud bulduğunu gördüm. Sizlere karşı daha fazla mahcub düşmeyeceğimden sevinerek, kayığa atladım. Kayık kendiliğinden beni buraya getirdi...

Dehri (Allah'a inanmayan tartışmacı) ve dinleyenler bu sözlere bir mana veremezler. Tabiatçılığı savunan, herşeyi tabiatın var ettiğini iddia eden tartışmacı, böyle bir olayın, anlatıldığı tarzda gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söyler.

Büyük İmam'ın beklediği de sanki budur...

Tebbessüm ederek şöyle der: "Bir küçük kayığın bile kendiliğinden, yapıcısı ve sanatkarı olmadan meydana gelebileceğini kabul etmediğiniz halde, nasıl oluyor da, bu muazzam kainatın bir yapıcısı, bir yaratıcısı olmadan kendiliğinden vücud bulduğuna inanıyorsunuz? Kainat kainatın değil, Allah'ın eseridir. Bütün bunca belgeler ortada iken, Allah'ın varlığı ile ilgili bir tartışma ve münazara başlatmak gereksizdir.

ABDÜLKADİR GEYLANİ



11. yüzyılda yaşamış olan Abdülkadir Geylani de diğer İslam alimleri gibi iman hakikatlerine büyük önem vermiştir. Eserlerinde insanları Allah'ın delilleri üzerinde düşünmeye çağırmıştır. "İlahi Armağan" adlı eserinde iman hakikatlerine verdiği önemi gösteren bazı ifadeleri şöyledir:

Ey Evlad! Kainatın her zerresinde Allah'ın güzel sanatı vardır. Bu güzel sanatların her biri Hakk'a vardıran delillerdir. Bu delillere yapışan herkes Hakk'a varabilir. Derin düşüncelere dal. Düşüncen derinlere kök saldıkça yükselirsin ve yücelirsin..


Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
(Nahl Suresi, 14)

BEDİUZZAMAN SAİD NURSİ

Geçtiğimiz Hicri yüzyılın müceddidi sayılan büyük alim Bediüzzaman Said Nursi de, bir Kuran tefsiri sayılan Risale-i Nur külliyatında iman hakikatlerinin öneminden pek çok yerde bahsetmektedir:

Bir saray, yüzler kapalı kapıları var. Bir tek kapı açılmasıyla o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez. İşte, hakaik-i imaniye (iman hakikatleri) o saraydır. Her bir delil, bir anahtardır; ispat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı esbaba (sebeplere) binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; ispat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor (siliyor). "İşte bu saraya girilmez. Belki saray değildir, içinde bir şey yoktur" der, kandırır.

Bediüzzaman Mektubat isimli eserinde ise özellikle günümüzde iman hakikatlerine sarılmanın önemi üzerinde durmuş, geçmişte yaşamış pek çok İslam aliminin, eğer bu dönemde yaşasalar, en çok üzerinde duracakları konunun da iman hakikatlerini öğretmek yoluyla insanların imanını kurtarmak olacağını söylemiştir.


... Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan
çiftten bir bitki bitirdik.
(Lokman Suresi, 10)




İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve
içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır.
Ancak her birinden taze et yersiniz...
(Fatır Suresi, 12)



Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(Ra'd Suresi, 3)

MEHMED ZAHİD KOTKU

Mehmed Zahid Kotku, 1897-1980 yılları arasında yaşamıştır. Yaşadığı süre zarfında hikmetli sözleri, dersleri ve Kurani hizmetiyle insanlara mürşid olmuştur. Kuran'ı kendine rehber edinerek, insanlara açıklamaya çalışmıştır. İnsanlara Allah'ın varlığının kesin delilleri olan iman hakikatlerini anlatmıştır. Eserlerindeki iman hakikati örnekleri ve iman hakikatlerinin önemi hakkındaki sözlerinden bazıları şöyledir:

Düşünen bir kavim için Hak Teala'nın varlığı ve birliği hakkında, yerlerin ve göklerin tefekküründe sayısız ibretler ve alametler vardır. Binaenaleyh, tekrar tekrar yerlere ve göklere bakmak ve onlardan ibret ve hisse almanın, Cenab-ı Hakk'a dönmeye vesile olacağında hiç şüphe yoktur.

Hakk'ın mahlukatlarını yerde, gökte, denizde, havada olanlarının cins ve miktarını bilebilir miyiz? Bunun miktarını ancak yaratanımız yüce Allah'tan başka kimse bilemez. Hele o mikrop diye bizleri çok korkutan ve gözle görülemeyecek kadar ufacık ve lakin insanların hatta hayvanların ve hatta meyvalarımızın canına okuyan ve bir türlü de hakkından gelemediğimiz yaratıklar, Allah-u Teala'nın varlık ve birliğini ispata yetmez mi? O ufacık mahluk, nasıl oluyor da koskocaman adamı bir anda yerlere serip, nihayet ölüme kadar sürüklüyor. Elbette düşünen insan için bunda çok ibret vardır.

Görüldüğü gibi İslam alimleri her devirde iman hakikatlerini, tebliğlerinde en ön planda kullanmışlardır. Eserlerindeki ifadelerinden de anlaşıldığı gibi İslam alimleri iman hakikatleri üzerinde ciddi ve derin tefekkür sahibidirler. Bu tefekkürlerini diğer insanlara da anlatarak, onları, Allah'ın varlığının delillerini kavramaya, Allah'ın sıfatları üzerinde düşünmeye çağırmışlardır.

Onların bu tefekkür yöntemi bize örnek olmalı ve modern çağın bize sunduğu tüm bilimsel ve teknolojik imkanları kullanarak iman hakikatlerini daha iyi öğrenmeli, araştırmalı ve yorumlamalıyız.

Harun Yahya'nın ''Iman hakikatlerinin önemi'' adlı kitabından alıntıdır.
http://www.harunyahya.org/bilim/imanhakikati/hakikat0.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder