İsrâ ve mi’râc hâdiseleri Efendimiz Aleyhisselâm’ın hayatındaki en büyük mûcizelerinden biridir.. Hususiyle o devirde eşine rastlanmamış bir durum olmasıyla, insanların pek çoğu için büyük bir fitne olan bu mucize müslümanlar için ise son derece muazzam bir tebrişat mâhiyetindedir..
İsrâ her ne kadar lügat mânâsına göre gece yolculuğu anlamına gelmekte ise de, bugün dilimizde kullanış anlamı “Tayyı mekân” ; yâni, bir anda kilometrelerce yol katetmek şeklindedir.. Nitekim Efendimiz Aleyhisselâm’ın o gece yaptığı işte budur..
Kezâ bugüne kadar çeşitli evliyadan zevatta görülen tayyı mekân; yâni bir anda bir yerde iken, aynı anda ikinci bir yerde bulunma; yahut bir anda burada iken ikinci başka bir yerde olmak halleri hep Efendimiz Aleyhisselâm’ın mûcizesinden neşet etmektedir..
Mi’râc ise, madde boyutundan maddeötesi yâni mikrodalga boyuta geçiş anlamına gelmektedir... Biri maddi, ikincisi de mânevi olmak üzere iki şekilde görüş vardır...
Efendimiz Aleyhisselâm’da görülen ve daha sonra yüksek dereceli velilerde de olduğu tesbit edilen hal bunun her iki şeklidir; yâni hem maddi, hem de mânevi olarak vukû bulmuştur..
İsrâ ve Mi’râc hâdiseleri çeşitli hadis kitaplarından derlediğimiz hadislere göre şu şekilde vuku bulmuştur:
"Efendimiz Aleyhisselâm bir gece amcasının kızı Ümmü Hani`nin evinde uyurken Cibril Aleyhisselâm geldi ve Efendimiz Aleyhisselâm’ın göğsünü yardı, sonra da zemzem ile içini iyici yıkadı ve söz alarak iman ve hikmet diye târif olunan, mâhiyetini ise Allah ve Rasûlü’nun bileceği bir şey ile doldurdu..
Sonra "Burak" adı verilen bir binite bindirildi ve doğruca Kudüs şehrinde Beyt`ül Makdis`teki Aksa`ya götürüldü.. Erbabı irfan, bu gidişin bir an veya kısa zamanda meydana geldiğini ifade etmektedir...
Mescidi Aksa`da İbrahim Aleyhisselâm , Musa Aleyhisselâm , İsa Aleyhisselâm ve daha bir çok Nebî ve Rasûl hazır bulunuyordu.. Efendimiz Aleyhisselâm burada onlara namaz kıldırdı..
Bu namazdan sonra Efendimiz Aleyhisselâm’a üç ayrı bardak içerisinde su, süt, ve şerbet sunularak, birisini seçmesi istendi.. Bu sırada Efendimiz Aleyhisselâm’a bir nida geldi:
-Eğer su alırsan, kendin de ümmetin de ihtiyaçsız ve kanaatkâr olur;
sütü alırsan, kendin de ümmetin de sıratı müstakim de olur;
şerbeti alırsan, kendin de ümmetin de mahrumiyete uğrar!..
Efendimiz Aleyhisselâm üç ayrı muhtevalı bardaktan içinde süt olanı seçti !..
Bunun üzerine Cibril Aleyhisselâm:
-Ya Muhammed, sen fıtrî ve tabii olanı seçtin.. Sen sıratı müstakîm üzeresin, ümmetin de bu yolda olacaktır.. buyurdu...
Bundan sonra Mi’râc başladı.
O Mi’râc ki, Efendimiz Aleyhisselâm bunun hakkında şöyle buyurmuştur:
- Ben, Mi’râc ‘tan daha güzel bir şey görmüş değilim !.. Ölüleriniz, öleceği sırada gözlerini ona diker !..
Sahibim beni onun içinde, kapılardan bir kapıya erişinceye kadar yükselti !..
Bundan sonrasını da Efendimiz`in ağzından dinleyelim gene:
Bu eriştiğim yerdeki kapının adı: “Hafaza Kapısı” idi.. Hafaza Kapısı, Semâ muhafızlarının beklediği Semâ-i Dünya Kapısıdır.. Nitekim burada Cebrail,
- Açın !.. Dedi.. Bunun üzerine;
- Kim O ?.. diye soruldu.. Cibril de cevap verdi:
- Cibril !..
- Yanındaki kimdir ?..
- Muhammed !..
- O davetli midir?..
- Evet !..
Bunun üzerine kapı açıldı.. Ve beni selâmladılar..
Bir de ne göreyim !.. Bir melekle karşılaştım ki, adı İsmail`dir.. Vazifesi de Semâ`yı muhafazadır.. Maiyetinde yetmişbin melek, ve onların her birinin mâhiyetinde de yüz bin melek bulunmaktadır..
Bundan sonra bir erkekle karşılaştım ki, sûreti asliyesi, Allah`ın halkettiği günkü gibi.. Onda hiç bir değişiklik yok !.. Kendisine zürriyetinin ruhu arzediliyor.. Eğer mümin ruhu ise hoş bir rayiha veriyor..
- Bunun kitabını “İlliyyin” de kılın !.. diyor..
Eğer ruhu habis ise, bu takdirde kötü bir kokuveriyor:
- Bunun kitabını “Sicciyl” de kılın !.. Diyor
Sordum:
- Ya Cibril, bu kimdir ?..
- Baban Adem`dir !.
Ve o bana selâm verdi !. Ve:
- Merhaba Salih Nebî, Sâlih oğul !.. dedi..
Sonra baktım, bir kavim gördüm ki, dudakları deve dudağı gibi.. Bunlara birtakım vazifeliler verilmiş ki, dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir kor koyuyorlar, aşağılarından düşüyor !..
- Ya Cibril, bunlar kimlerdir ?.. diye sordum.. Cevap verdi:
- Yetimlerin mallarını zulûmla yiyenler !..
Sonra gene gördüm ki, bir kavim daha var.. Derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor ve “Yediğiniz gibi yeyiniz.” deniliyor ve bunlara en iğrenç bir hal oluyor..
Gene sordum:
- Ya Cibril, bunlar ne oluyor ?..
- Bunlar o gammazlar ki, insanların etlerini yerler, kötü laflar yayarak başkalarının ırz ve namuslarına uzanırlar !..
Sonra baktım, gene bir kavim gördüm ki, önlerine bir sofra kurulmuş.. Üzerinde en güzel etlerden kebaplar yapılıyor.. Etrafı ise bu etlerden cîfelerle dolu.. Onlar o güzel etleri bırakıp, bu cîfeleri yiyorlar..
Gene sordum:
- Bunlar da kim, ya Cibril ?.
- Bunlar, zina yapanlardır !.. Allah`ın kendilerine helâl kıldıklarını bırakıp da, zevk ve şehveti haramda arayanlardır!..
Sonra baktım gene bir kavim var ki, karınları küpler gibi!.. Al`i fir`avn yolu üzerinde bulunuyorlar.. Firavun ve ehli cehenneme götürülürken bunların üzerlerine basa basa gidiyorlar ve geliyorlar..
Tekrar sordum:
- Ya Cibril, bunlar da kimlerdir !..
- Bunlar da faiz yiyenlerdir !..
Sonra gene gördüm ki, bir takım kadınlar memelerinden asılmış ve bir takım kadınlar da baş aşağı ayaklarından sallandırılmışlar !..
- Ya bunlar kimlerdir ?.. diye sordum Cibril`e.. Cevapladı :
- Bunlar zina yapan ve çocuklarını öldüren kadınlardır !..
Sonra İkinci Semâya çıktık !..
Orada Yusuf Aleyhisselâm ile buluştuk..Ümmetinden kendisine tâbi olanlarda etrafında idi.. Yüzü Bedir Gecesi, Ay misâli idi.. Bana selâm verdi:
- Hoş geldin Sâlih Nebî, Sâlih kardeş !..
Sonra Üçüncü Semâya geçtik.. Burada da teyzezâde; İsa Aleyhisselâm ile Yahya Aleyhisselâm’la karşılaştım.. Onlarla da selâmlaştım..
Sonra Dördüncü semâya geçtik.. Orada da İdris ile buluştum.. Selâmlaştık..
Sonra Beşinci Semâya geçtik..
Burada da kavmine sevdirilmiş olan Musa`nın kardeşi Harun ile buluştum.
Etrafında birçok tebaası vardı.. Uzun sakallıydı.. Onunla da selâmlaştık..
Sonra Altıncı Semâya geçtik..
Orada da İmam oğlu Musa ile karşılaştım.. Kıllı bir vücudu vardı.. Musa bana dedi ki:
-İnsanlar bana zulüm eder, Allah`ın halk ettiklerinin ekremi, der!..
Halbuki ben sadece ümmetimin ekremiyim !..
Sonra Yedinci Semâya geçtik.
Orada ben İbrahim Aleyhisselâm ile buluştum.. Sırtını Beyti Mâmura dayamıştı..
Beni selâmladı..
Sonra bana: İşte senin mekânın ve ümmetinin mekânı burasıdır!. denildi..
Sonra Beyti Mâmura girip namaz kıldım.. Ona her gün yetmiş bin melek girer de, bir daha kıyâmete kadar hiç sıra gelmez ..
Sonra Cibril beni öyle yükseklere çıkardı ki, yazı yazan kalemin cızırtılarını duydum..
Nihâyet Sidre-i Münteha`ya geldim.. Burada Cibril bana:
-İşte burası Sidre-i Minteha`dır !..
Ben, buradan parmak ucu kadar ileri gitsem, yanarım !.. dedi..
Nihâyet Rabbım`la karşılaştım ..
- Et tahıyyatu el mübarekâtu ves salâvatu vet tayyibatu..
diyerek Rabbıma selâm verdim..
Buyurdu:
-Es Selâmu aleyke eyyühen nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtuhu !..
Bunun üzerine Allah`ın selâmının bütün ümmetime de şâmil olmasını istediğimden ilâve ettim:
- Es Selâmu aleyna ve alâ ibadullahis sâlihiyn..
Bundan sonra Allahû Tealâ ümmetime 50 vakit namazı farz kıldı..
Bundan sonra döndüm.. Yolda Musa`ya rastladım... Bana sordu:
-Allahû Teâlâ ümmetine neyi farz kıldı ?... Ben de anlattım..
- Elli vakit namazı farz buyurdu.. Musa îkâz eti:
- Rabbına dön !.. Zîrâ ümmetin buna tahammül edemez !..
Bunun üzerine Rabbımın yanına döndüm.. Niyaz ettim.. Rabbım 50 vakitten 10`unu indirdi.. Dönüşte Musa sordu; Bende :
- 40 vakte indirdi farz namazı !.. dedim.. O gene :
-Ümmetin buna da dayanamaz !.. Rabbına gene müracaat et ! dedi..
Tekrar müracaat ettim.. Rabbım 10 vakit daha indirdi..
Dönüşte Musa tekrar sordu:
- 30 vakte indirdi !.. dedim.. O gene:
-Ümmetin buna da takat getiremez.. Gene Rabbına müracaat et!...dedi..
Tekrar Rabbıma niyaz ettim.. Bu defa 10 vakit daha indirdi
Dönüşte Musa gene sordu:
- Rabbım farz namaz sayısını 20 ye indirdi... dedim.. O gene ikâz etti:
-Ümmetin bunu da kaldıramaz.. Tekrar Rabbine rica et!..
Nihâyet Rabbim 10 vakte indirdi...
Ben de böylece Musa`nın yanına döndüm.. O beni gene ikâz ettti:
- Ümmetin buna dahi tâkat getiremez !.. Tekrar Rabbına müracaat et !..
Tekrar Rabbıma müracaat ettim.. 5 Vakit daha indirdi;
- Onlar beştir; fakat yine onlar ellidir !..
BENİM NEZDİMDE VERİLEN HÜKÜM DEĞİŞTİRİLMEZ!.. Buyurdu..
Musa`nın yanına döndüğümde o gene:
-Tekrar müracaat et; ümmetin buna bile tahammül edemez!. dedi.. Ben de:
- Rabbımdan utanır oldum !.. dedim..
Bundan sonra cennet ve cehennemi gördüm ve tekrar döndüm.."
Evet Mi’râc ‘tan döndükten sonra Efendimiz Aleyhisselâm bunu bütün Mekke`lilere anlatmaya karar verdi.. Fakat onların inanmayacaklarını da biliyordu.. Hattâ bunu yolculuk sırasında Cibril`e söylemiş de ondan:
- Ebu Bekir seni tasdik eder !. O Sıddık`tır !.. Cevabını almıştı..
Bunu söyleyince Ümmü Hani, Efendimiz Aleyhisselâm’ın rıdâsına yapışarak:
- Ey Allah`ın Rasûlü, sakın bunu halka açıklama !.. Seni kimse tasdik etmez ve bu yüzden de rencide ederler.. dedi..
Efendimiz Aleyhisselâm ise açıklamakta azimli idi:
- Vallahi ben bunu açıklayacağım..
Bundan sonra Efendimiz Aleyhisselâm Harem-i Şerif’e inip bunu orada Mekke`lilere açıkladığı zaman, onlar şaştılar ve:
- Ya Muhammed, bu söylediklerine bir delilin var mı ?. Biz bu güne kadar böyle bir şey işitmedik...dediler..
Bu arada Ebu Cehil oraya gelmişti; alaylı bir şekilde sordu:
- Ne o, yeni bir şeyler mi var?.. Efendimiz Aleyhisselâm da cevap buyurdu:
- Evet !..
- Nedir o ?..
- Gece seyahat ettirildim !..
- Nereye ?..
- Beyt`ül Makdis`e !..
- Sonra da sabahleyin aramızdasın ha ?.. Öyle mi?..
- Evet !..
- Ben böyle yalan hayatımda işitmedim !..
Sonra da, Efendimiz Aleyhisselâm’ın söylediklerini inkâr etmesinden korkarak kavmini oraya toplamak istedi..
-Bana söylediklerini kavmime de anlatman için, onları buraya çağırmamı uygun görür müsün ?.. diye sordu.. Efendimiz Aleyhisselâm buna müsaade etti..
Bunun üzerine Ebu Cehil Mekke`li müşriklerin bir kısmını oraya topladı.. Sonra da onlar gelince, Ebu Cehil konuştu:
- Haydi, bana anlattıklarını, onlara da anlatsana ?..
Efendimiz Aleyhisselâm bunun üzerine anlattı:
- Ben gece Beytül Makdis`e seyahat ettirildim !.. Hayretle sordular:
- Şimdi de aramızda bulunuyorsun ha?.
- Evet !..
Hepsi de bu anlatılanlara şaşıp kalmışlardı.. Bir an sukûnet içinde kaldıktan sonra hepsi de inkâra koyuldular.. Sonra birisi sordu:
- Bu anlattıklarına dair bize bir delil gösterebilir misin ?..
- Evet, seyahat sırasında yolda filân oğullarına rastladım.. Develerini kaybetmişlerdi.. Onlara seslenerek develerinin olduğu yere kılavuzlandım..
Sonra Tenim yokuşunda bir kafileye rastladım ki, önde siyahımtrak bir deve gidiyordu.. Üzerinde iki harar yüklü idi.. Biri siyah, öteki alaca renkli iki çuval. Onları gördüğünüzde sorun bakalım doğru mu söylüyorum ?..
Müşrikler bunun üzerine acele ovaya açıldılar.. Nitekim az sonra uzaktan gelmekte olan ilk kafileyi gördüler.. Ve Efendimiz Aleyhisselâm ne demişse, kelimesi kelimesine söylediklerini gerek bu ilk gelen kafilede, gerekse de diğer kafilede buldular..
Fakat bütün bunlara rağmen, gene de iman etmediler ve :
- Bu yapılanlar azâmetli bir sihirdir !. demekle ısrar ettiler
Bu arada bazılarıyla da arasında şu konuşma geçti Efendimiz aleyhis salâtu vesselâm’ın;
- Beyt`ül Makdis`e gittiğini söylüyorsun, öyle ise bize orayı târif et bakalım !..
Efendimiz Aleyhisselâm bu sual karşısında içinde bulunduğu hali şöyle anlatırdı:
-Gezdiğim yerler ve hususiyle Beyt`ül Makdis hakkında o kadar çok sual soruldu ki, ben onların bir çoğuna o gece dikkat etmemiştim.. Bu yüzden çok sıkıldım. Öyle ki, ben şimdiye kadar hiç böyle sıkılmamıştım.
Derken Allahû Teâlâ benimle Beyt`ül Makdis arasındaki uzaklığı kaldırdı da, karşımdaymış gibi görmeye başladım.. Ve onlar bana ne sual sordularsa, oraya bakarak cevaplandırdım.. Hattâ biri de bana, (oranın kaç kapısı vardır ?) diye sormuştu.. Halbuki ben de kapılarını saymamıştım.. Beyt`ül Makdis’i karşımda görünce kapılarını teker teker saydım ve suallerini cevaplandırdım..
Müşrikler bunun üzerine bana inandılar..
- And olsun ki bu târifin tamamen isabetlidir !.. dediler...
Sonra da Velid bin Mugiyre çıkıp:
-Bu adam sihirbazın tekidir !.. diyerek kalabalığın dağılmasına sebep oldu..
Bu arada bir kısım müşrikler de koşa koşa gidip Hazreti Ebu Bekir (r.a)ı buldular ve ona :
- Ya Ebu Bekir, arkadaşının yaptıklarından haberin var mı?..
- Hayır !.. Ne olmuş ?..
- Bu gece Beyt`ül Makdis`e gidip orada namaz kılmış.. Sonra da geri dönmüş !..
- Peki , O bunu anlattığı zaman siz de O`nu yalanladınız mı?..
-Elbette!.. Mescitte herkese söylediklerinin doğruluğuna inandırmak istiyordu..
Hazreti Ebu Bekir (r.a) kanaatini bildirdi :
-Vallahi, O eğer böyle olduğunu söylüyorsa, bu iş öylece olmuştur! Şüphesiz ki ben, O`nun her saat Allah`tan vahyettiği âyetlere dahi, bundan daha akla uzak görünmesine rağmen inanırken, niye bunu tasdik etmeyeyim?.. O ne demişse doğrudur!..
Hazreti Ebu Bekir bundan sonra doğruca Efendimiz Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına koştu..
-Ya Rasûlullah, sen halka, dün gece Bet`ül Makdis`e gidip orada namaz kıldığını ve sonra da gene aynı gece döndüğünü söyledin mi?..
-Evet ya Ebu Bekir !..
-Şüphesiz ki seni tasdik ederim ya Rasûlullah !..Senin sözün Hak sözden başkası olamaz !..
- Evet ya Ebu Bekir !. Sen de Sıddık`sın zaten !..
İşte Hazreti Ebu Bekir (r.a)a bu anda “Sıddık” lâkabı takılmıştı.. Ve o andan sonra da kendisi “Sıddık” lâkabıyla anılır oldu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder