27.07.2009

“ABDU-HÛ” ve “RASÛLU-HÛ” 3

Büyük bir kısım Kureyş`li müşriklerin yürüttükleri bu hareket karşısında azınlıkta kalan diğer kısım pek ses çıkartamıyordu..
Nihâyet günün birinde Hişam bin Arm harekete geçti ve doğruca Zuheyr`in yanına giderek ona sordu:

- Ya Zuheyr, sen ne biçim adamsın ki, dayılarına karşı yapılan bu hareketlere tahammül edebiliyorsun?.. Onların aç - açıkta bırakılmasına göz yumabiliyorsun?.. Onlar bu halde olduğu halde sen rahatına bakıp, hayatını refah içinde sürdürebiliyorsun?. Seni dayınlar aleyhinde bir anlaşma imzalaman için Ebu Cehil`in davetine, icâbet ediyorsun!.
Halbuki sen Ebu Cehil`i kendi dayıları aleyhine böyle bir şeye davet etse idin, acaba o bunu kabul eder miydi?.. And olsun ki etmezdi.. Bilâkis seninle alay edip dönerdi.. Öyle ise sen ne diye susup oturuyorsun?.."

Zuheyr bu sözler karşısında bir zaman ne söyleyeceğini bilemeden susup kaldı..
Sonra Hişam`a hak vererek sordu:

- Ya Hişam; ben tek başıma bir adamım..
Tek başıma gelsem ne yapabilirim ki?...
Yanımda birileri daha olsa, elbette bu anlaşmayı bozmak için bir teşebbüse girişirdim..
Hişam bu suale rahatlıkla cevap verdi:

- İşte o adam hazır !..
- Kim o bulduğun adam?..
- Ben !..
Pek yeterli gelmedi bu sayı Zuheyr`e ve istedi bir kişi daha:
- O halde bir üçüncü kişi daha bul !..

Hişam bunun üzerine kalkıp kendisine yakın olduğunu bildiği Mu`tım bin Adyy`e gitti ve ona şöyle hitâbetti:

-Ya Mut`ım, şu bir kısım Kureyş`linin sözüne bakarak nasıl oluyor da Abdi Menaf oğullarından iki batın ailenin gözünün önünde helâk edilmesine göz yumuyorsun, şaşıyorum sana !..
Yemin ederim ki ben şahsen imkân bulsam hemen fesh ederim bu anlaşmayı...

- İyi ama ben tek başıma ne yapabilirim ki?.. Bir kişi daha olsa?.. Hişam hemen atıldı :
- İşte ben varım ya!.. Mut`ım pek yeterli bulmadı iki kişiyi:
-Sen bir üçüncü adam daha bul..? Hişam derhal üçüncü ismi de ortaya attı..
- Zuheyr bin ebi Umeyye !.. O da bizimle beraber düşünüyor.. Mut`ımin gene aklı yatmamıştı pek..
- Bir dördüncü kişi daha bulamaz mısın bize?..
Hişam bundan sonra kalkıp doğruca Ebul Bahteri`nin yanına vardı; öncekilere söylediklerini ona da tekrarladı ve arkadaşından sordu:

-Şimdi sen bu işe razı mısın?.. Ebul Bahteri de ötekilerin sormuş olduğu sual ile karşılık verdi:
- Bu iş bir iki kişi ile olmaz.. Başka adamlar da katılıyor mu bize?.. Hişam saydı katılanları..
Bundan sonra o gece bir yerde toplanıp ne yapacaklarını kararlaştırdılar.. Ertesi günü de ayrı ayrı Kureyş`in toplantı yerine geldiler.. İçlerinden bilhassa Zuheyr son derece iyi bir şekilde giyinmiş, ve son derece ağır ve kendisini saydıracak şekilde hareket ediyordu..
Evvelâ Kâbe`yi yedi kere tavaf etti.. Sonra da yanlarına geldi ve ağır bir şekilde konuşmaya başladı :

- Ey Mekke`liler.. Biz, en iyi bir şekilde giyinip, yiyip içerken, öte yanda bazı yakınlarımızı bir kaç basit meseleden dolayı darlık ve sefâlet içinde kıvrandıralım; onlara etmedik azapları bırakmayalım; her türlü alış verişten mahrum bırakalım, bu asla olacak şey değildir!..
Her birimizin uzaktan yakından akrabası olan o kişilerle akrabalık bağlarını koparmakta olan o zulüm ifadesi olan sayfa yırtılmadıkça, asla ben de aranızda oturmayacağım .. Böylece bilesiniz !..

İyice asabi bir halde Zubeyr`in bu konuşmasını takipeden Ebu Cehil nihâyet dayanamayarak patladı:

- Yalancının birisin işte !.. Asla o anlaşmayı yırtamazsın işte !..
O sırada Zem`a söze karıştı ve Ebu Cehil`e cevap verdi:
-Esas yalancı ve düzenbaz sensin !.. Zaten biz o anlaşmanın yazılmasına katılmamış ve tasvip etmemiştik..

Derken Ebül Bahteri de söze karıştı:

-Zem`a doğru söylüyor !.. Biz katiyyen o anlaşmayı imzalamadık ve hatta tasvip dahi etmedik..
Mut`ım de onların sözlerini tamamladı diğer köşeden:
-Andolsun ki ikiniz de doğru konuşuyorsunuz !.. Kim ki dediklerinizin aksini iddia eder, o da yalancının ta kendisidir.. Biz o sahifede yazılı olanlardan Allah`a sığınırız ..
Bunlardan sonra Hişam`da aynı şekilde söze karışınca, Ebu Cehil diyecek söz bulamadı.. Ve şöyle konuştu:
-Siz aranızda anlaşmışsınız.. Bu işe evvelden karar vermişsiniz.. Ve bundan sonra yerinden kalkıp gitti..

Bunun üzerine Mut`ım bin Adiyy yerinden kalktı, Kâbe`ye gidip orada yenisi yazılmış bulunan anlaşmayı aldı ve oradakilerin gözü önünde parçaladı... Sonra da bu beş kişi evlerine dönüp kılıçlarını kuşandılar ve müslümanların muhasara altında tutulduğu mahalleye gittiler.. İçerde bir çeşit hapis tutulanları çıkartıp herkesi yerli yerine bıraktılar..
Böylece tam üç seneye yakın bir zaman alan bu korkunç çileli muhasara sona ermiş oldu...

İşte Efendimiz Aleyhisselâm ile Hazreti Hatice`tül Kübra validemizin servetinin çok büyük bir kısmı, bu devre arasında, müslümanların çilesinin azaltılması için sarfolmuş idi..

Efendimiz Aleyhisselâm bir gün Mekke civarındaki vâdilerden birinde dolaşırken, Rükâne adlı birisine rastladı...
Rükâne o zamanı en ünlü ve yenilmez pehlivanı olup, bütün müşrikler onunla övünür ve sırtını yere getirecek bir kişinin çıkmamasından dolayı başka kabilelere etmediklerini bırakmazlardı..
Efendimiz Aleyhisselâm Rükâne`ye hitâb etti:

-Ya Rükâne, seni iman etmeye davet ettiğim Allah`tan korkmaz mısın ?..
-Eğer sözüne inansaydım, elbette korkardım ve sana tâbi olurdum.. Ama sana inanmıyorum ki..
Efendimiz Aleyhisselâm bunun üzerine üsteledi:
-Peki seni yenersem, benim sözümün doğruluğuna inanır mısın?..

Bu sözler Rükâne`ye hoş gelmişti..
Zîrâ bu güne kadar bir kişi çıkıp da kendisini yere yıkamamıştı.. Bol keseden attı..

-Eğer beni yenebilirsen, ben de sana iman ederim !.. Bunun üzerine Efendimiz Aleyhisselâm teklif etti:
-Kalk da güreşelim öyle ise..
Rükâne Efendimiz Aleyhisselâm’a sarılmak isterken, birden bire nasıl olduğunu anlayamadığı bir şekilde kendini yerde buluvermişti.. Bu durumda Rükâne neye uğradığını anlamadan şaşırıvermişti...
- Bunu saymam !.. Haydi bir daha yen bakalım !..
Gene ayağa kalktı ve Efendimiz Aleyhisselâm’ın üzerine geldi.. Fakat ne gezer; daha beline bile sarılamadan gene kendisini yerde buluverdi!.. Efendimiz Aleyhisselâm’ın ne yapıp da kendisini yere serdiğine bir türlü aklı ermemişti... Şaşkın şaşkın konuştu:

-Şüphesiz inandım ki sen bir sihirbazsın !.. Ben senin ne biçim güreştiğini asla anlayamadım..
Efendimiz Aleyhisselâm ona bir şey daha göstermek istedi inanması için:

- Sana bundan da büyüğünü göstereyim mi?
- Nedir o ?..
-Şu Semure ağacının buraya geldiğini görürsen bana inanır mısın?..
- Hayır, bunu yapamazsın !..
Efendimiz Aleyhisselâm ileride duran semure ağacına döndü ve seslendi:
- Allah`ın izniyle buraya gel !..
Ağaç bir anda, inanılmayacak bir şekilde yerinden hareket etti ve torağı yararak bütün kökleriyle dışarı çıkıp onların karşısına gelip durdu...

Rükâne korku ile heyecan arasında şaşkın bir halde afal afal seyrediyordu olanları..
Korku ile güç belâ konuşabildi:

- Hayatımda bundan daha büyük bir sihir görmedim.. Onu yerine gönderebilir misin şimdi de ?..
Efendimiz Aleyhisselâm tekrar ağaca hitap etti:
- Allah`ın izniyle dön yerine !.. Ağaç yerine dönmüştü...
Rükâne ise şaşkın bir halde oradan ayrılmış ve kavminin yanına gittikten sonra da bütün olup bitenleri onlara anlatmıştı.. Bazıları Rükâne`nin Mekke`ye döndükten sonra müslüman olduğundan bahseder...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder